Yeraltında bir köstebek olmak isterdi tıpkı bir köstebek gibi şu dağı yerle bir etmek...*
Bob Dylan’ın son albümü Modern Times-Modern Zamanlar çıktı... Dylan’ın albümü şimdiden en iyi üç Dylan albümü olarak nitelendiriliyor. Peki bu modern zamanlar şair ve müzisyeni Dylan’ı nasıl bir modern olarak bilirsiniz? Kantçı, postmodern ya da dışavurumcu?
Greil Marcus meşhur kitabı Ruj Lekesi’nde Howard Hampton’un Bob Dylan’la ilgili bir benzetmesine yer verir. Hampton, Dylan’ın 1966 yılı konserlerini Theresa’nınkilere benzetir. Theresa, 1867 Paris’inde hükümet tarafından gözetlenen, şarkıları sansüre uğrayan, tıknaz ve sevimsiz ama güçlü bir vokaldir. Hampton, Theresa ve Dylan’ın ortak noktasının, şarkılarının arasında kullandıkları doğaçlama sözleri, toplumsal düzenin bütününe ilişkin tepkilere dönüştürme yeteneği olduğunu yazar. Bob Dylan’ın, 1960’lardan günümüze gelen bu büyük pop şairinin en büyük özelliği, popüler şarkı formunu, kendi zamanının kişisel, toplumsal ve politik normlarını sorgulamak için bir araç ve bir silah olarak kullanmasında yatıyor. Buradan hareketle Amerikalı bir grup kültür tarihçi ve sosyal göstergebilim konusunda çalışan yazar, Bob Dylan’ın kariyerini ve sanatını analize girişmişler. Andrew Gamble gibi. Gamble, Bob Dylan’ın şarkılarını siyasi sistem üzerine yükselen birer “satire” olarak tanımlıyor. Özellikle Insanity Factory aracılığıyla Dylan’ın çağdaş Amerikan absürdlüğünü tasvir ettiğini, kapitalizmin nasıl tüketici, asker yanlısı ve ulusal bir kültür yarattığını ve özgünlüğü yok ettiğini belirtiyor. Gamble, 1960 Dylan şarkılarını külliyen alegori içeren, “taammüden hınzır”, “politik dünyanın ipliğini pazara seren çalışmalar” olarak değerlendiriyor.
Richard Brown ise “Bob Dylan’ın Yargıgücünün Eleştirisi” başlıklı çalışmasında, Dylan’ın işlerinin açık bir şekilde politik olarak tanımlanabileceğini, çağdaş Amerikan ekonomisi ve toplumunun açık eleştirisi yapmasına rağmen Dylan’ın seçimini, estetik olandan yana kullandığını iddia ediyor. Brown’a göre Dylan her ne kadar post-endüstriyel toplumdaki yabancılaşma hissi temasını tekrarlasa da bunu politik olanla estetik olanı karşı karşıya getirerek ve oyunu estetik olanın bağımsızlığı fikrinden yana kullanarak Kantçı bir tavır içinde yapıyor. Böylelikle Dylan’ın estetiği özgül bir şekilde tesis etmeye denediğini anlatıyor.
Gary Browning’in Dylan analizi ise onu ünlü Fransız kuramcı/ düşünür Lyotard’la yan yana getiriyor. “Dylan ve Lyotard: Oluyor mu?” başlıklı çalışmasında Browning, bu iki farklı figür arasında paralellikler kuruyor.
“Dylan, çok Amerikan bir şarkıcı ve söz yazarı. Amerikan popüler müziğinde çok bilgili ama entelektüelliğin tuzaklarından sakınıyor. Fransız filozof Lyotard yeni bir akımın fikir ve isim babası. Sanatın içinden ama Batı felsefe geleneğinden bir kopuşu temsil ediyor. İkisi de farklı içeriklerde, belli amaçları elde etme deneyiminde ortak bir kadere sahip. İkisi de kariyerlerinin başında kendi alanlarındaki radikal politik hareketin lideri, temsilcisi oldular. İkisi de hiyerarşiye ve beylik olana karşı tüm aykırı formları kucakladılar. Dylan’ın Ballad of Thin Man’iyle, Lyotard’ın The Differend adlı makalesi... İkisi de sistemin normalleştirici tüm baskılarına karşı aşırı duyarlı. Dylan’ın geç şarkılarındaki ümitsizliği, Lyotard’ın kamusal küreye olan güvensizliğini andırıyor. Dylan da tıpkı Lyotard gibi siyasal olanın doğasını sorguluyor.”
Öte yandan Lawrence Wilde’ın Dylan analizi, Dylan’ın şarkılarının birer kültürel formu olarak Adorno’nun muhalefetin özerk estetik kriterlerini taşıdığı iddiasına sahip. Wilde, birer kültürel form olarak bu şarkıların her birinin direnen bir yapı inşa ettiğini, sosyal güçlerle yüzleşip onları aşağıladığını ifade ediyor. Dylan’ı, Adorno’nun sözleriyle “yönetim altına alınmış dünyanın, ütopyanın gerçekleştirilmesine engel oluşturduğu” gerçeğinin farkında ve bu gerçeğe duyarlı” bir modernist ilan ediyor.
Adorno’nun “burjuva öznenin çözülüp ufalanmasının yarattığı bulantı ve hüznü grafik olarak ifade ettiğini söylediği dışavarumcular gibi Dylan’ın da popüler şarkılarının birer dışavurumcu yapıt gibi okunmasının mümkün olduğu üzerinde duruyor. Belki de büyük müzisyen ve şair Dylan’ın bitmek tükenmek bilmeyen modern sanatçı tavrına ilişkin en geçerli ve çelişkilerle dolu olduğu için de modern analiz de bu. Çünkü Dylan, 1960’lardan günümüze Adorno’nun modernist sanatçılara önerdiğini yapıyor: “modern insanın yaşadığı acılara tam bir sadakatle tercümanlık”. Ve bunu Adorno’nun kültür endüstrisi olarak tanımladığı araçların en önemlilerinden biri olan popüler müzik aracılığıyla yapıyor. Bu açıdan Dylan’ın son albümünün adının Modern Zamanlar olması da anlamlı. Dylan, 2006 tarihli bu albümünde Emekçinin Blues’u isimli parçada bakın ne diyor:
Kentin üzerine düşen akşam bakışı
Nehrin kenarındaki yıldız ışığı
Proleteryanın alış gücü tükenmiş
Para aşağılık ve zayıf hale gelmiş
Yani en sevdiğim yer tatlı bir hatıra
Bu yürüdüğümüz bir yol
Diyorlar ki düşük maşlar bir gerçek
Eğer yurt dışıyla rekabet etmek istiyorsak
En zalim silahlarım rafa kaldırılmış
Hadi gel dizime otur
Kendimden daha değerlisin
Senin kendinin de görebildiğin gibi
Ben çelik rayların sesini dinlerken
İki gözüm sımsıkı kapalı
Burada oturmuş açlığımın
Midemin içine sızmasını önlemeye çalışıyorum... (Çeviren: Sinem Sim Yörük)
*1966 Memphis Blues Again’den...
No comments:
Post a Comment