Görülen Zidane’ın dekompoze portresi
Pierre Bourdieu, 18 Mart 1996 yılında College de France’ta verdiği Televizyon Üzerine başlıklı dersinde, Olimpiyat Oyunları’ndan bahseder:
“Olimpiyat oyunlarından söz ettiğimiz zaman tam olarak neyi anlıyoruz? Görünürdeki gönderge, gerçekteki tezahürdür. (...) Gizlenmiş olan gönderge, bu gösterinin, televizyon kanalları tarafından filme alınıp yayınlanan tasvirlerinin bütünü, stadyumda sunulan ve görünüşte ulusal açıdan farklılaştırılmamış olan (zira yarışma ulusal niteliktedir) malzeme içinden yapılan ulusal seçimlerdir. İki yönden de gizlenmiş bir nesne; zira hiç kimse onu görmemekte, her televizyon izleyicisi olimpik gösteriyi doğruluğu içinde gördüğü yanılsamasına sahip olabilmekte.” Bourdieu’ye göre “televizyondaki gösterim, her ne kadar basit bir kayıt gibi görünse de, kökenleri bütün bir evren olan atletler arasındaki sportif rekabeti farklı ulusların şampiyonları (gerektiği şekilde görevlendirilmiş savaşçılar anlamında) arasındaki çatışmaya dönüştürmektedir.”
Bourdieu, televizyon üzerine verdiği dersinde, önce bu tür sportif gösterilerin toplumsal inşasını çözümlemek daha sonra bu gösterinin tecimsel bir ürün haline gelmesi ve dolayısıyla olabilecek en geniş kitleyi, olabildiği kadar sürekli bir şekilde yakalayacak, ekran başında tutacak tarzda tasarlanmasına dikkat çeker. Bu tasarlanan görüntünün de üretiliş biçimini analiz eder. Artık gösteri bir “ürün”dür:
“Bu ürün, ekonomik yönden egemen ülkelerde en çok izleyici toplayan saatlerde sunulmak zorunda olmak dışında, farklı ulusal kitlelerin şu ya da bu spora ilişkin tercihlerine, hatta kendi ulusları için başarılar, milliyetçi duygularına ise doyumlar getirmeye elverişli spor ve karşılaşmaların uygun bir seçimiyle, ulusal ya da milliyetçi beklentilerine bile boyun eğerek, izleyicinin talebine de uymak zorundadır.”
Bourdieu’nün yorumuna göre söz konusu spor gösterisi bir televizyon gösterisi olduğunda bir iletişim aracı olarak üretilmektedir. “Bir iletişim aracı olarak üretilme alanının bütününü, yani oyunlara ilişkin görüntülerin ve söylemlerin üretim ve tecimselleştirilmesi için rekabete girişmiş edimciler ve kurumlar arasındaki nesnel ilişkilerin bütününü çözümleme nesnesi yapmak gerekmektedir.”
90 dakikalık Real Madrid-VillaReal futbol maçının kaydında da aynı rekabete dayalı çatışma söz konusudur. Bourdieu’nun birer spor gösterisi olarak olimpiyat oyunlarına ilişkin tüm yorumları ulusal olsun olmasın futbol maçları gösterileri için de geçerlidir.
Bir futbol maçı da bir spor gösterisinin bugün içerdiği tüm katmanları içermektedir. Spor yöneticilerinden, büyük sanayi markalarının temsilcilerine, milyon dolarlık bütçesiyle aşama aşama “büyük bir tecimsel girişime dönüştürülmüş bir yayın” haline gelecektir. Bu maçın gösteriminin inşasında, görüntülerin kadraj ve montajında, bu tecimsel yayına ilişkin tüm detayları görmek mümkündür. Bu yayın özetle “sportif üretimin sanayileştirilmesi”ne aracılık etmektedir. Bourdieu, bu oyunun kahramanlarına da değinir, onları sanatsal üretim yapanlara benzetir:
“... şampiyon, 100 metre koşucusu ya da dekatloncu bir bakıma iki kez üretilmiş olan bir gösterinin görünürdeki öznesinden başka bir şey değildir...”
İşte geçtiğimiz hafta If Bağımsız Film Festivali’nde izleme şansını bulduğumuz Bir 21. Yüzyıl Portresi başlıklı filmin konusu da böylesine bir özne, onların en büyük ve tanınmış olanı, efsane futbolcu Zinedine Zidane. Sinemayla ilgili işlerinden tanıdığımız Douglas Gordon ve Philippe Parreno, bu öznenin bu yüzyıla ilişkin portresini bir film aracılığıyla çizerken bunu Bourdieu’nün bahsettiği “sportif üretimin sanayileştirildiği” bir gösteri olan gerçek bir futbol maçından-Real Madrid/Villa Real maçından- aldıkları ve çektikleri görüntülerle maç süresi olan 90 dakikada yapmayı deniyorlar. Filmleriyle, Zidane’ın, iki kere üretilen bir özne olarak varoluşunun trajedisini anlatıyorlar. Ve çizdikleri portrelerinde en çok ilginçtir Velazquez’i hatırlatarak bunu mümkün kılıyorlar. Çünkü izlenildiğini bilerek görünen Zidane, 90 dakika boyunca milyonlara ulaşan görüntülerindeki gibi göze, onca futbol meraklısı izleyicinin iştahını doyuran “bir inşaat” olarak yansımıyor. Bir ileri, bir geri giderek, topla hemen hemen hiç buluşmayarak, sahadaki mahirliğiyle değil, kafes içindeki bir aslanın bastırılmışlığıyla yansıyor. Filmdeki 90 dakikanın, sizi aç bırakması bu yüzden. Çünkü filmdeki 90 dakika, gerçek maçtaki 90 dakikayla uyuşmuyor. Gordon ve Parreno’nun görüntülediği Zidane’la, maçın kendi doğasında alışık olduğumuz Zidane arasında çok büyük farklar var. Zidane, portresinde, becerikliliğiyle değil, iki kere üretilen bir özne durumundaki kapana kısılmışlığıyla yeşil saha üzerinde dolanıyor. Hiç koşmuyor. İki kez üretilen bir özne olmanın bedelini bu yüzden film boyunca hem o, hem de bir kez daha bu kez iki sanatçı tarafından üretilen Zidane karşısında, bir türlü bakışı doyrulmayan izleyici olan biz ironik olarak ödüyoruz. Ödemek zorunda kalıyorız. Film, yer yer Zidane’ı görüntüleyen spor kameralarını da gösteriyor. Gösterilen Zidane’ı gösterenleri bir bir ortaya koyuyor. Stadyumun maç esnasında metruk görünen arkalarına doğru zoomlar yapıyor. Oraya sızan kitlenin, bakanların iştahlı seslerini bize duyuruyor. Bu sese kimi zaman Zidane’ın nefesinin sesi karışıyor. Çok az da olsa Zidane’la film için yapılmış bir konuşmadan alıntılar alt yazı olarak geçiyor. Ve özellikle güncel bir aktivite olan futbol maçının zamanla olan ilişkisini inceliyor. 90 dakikalık maç esnasında gezegende yaşanan olaylara kuş bakışı bakarak bizi bir maç üzerinden geçmekte olan ve hatırlanacak 90 dakika üzerine düşündürüyor. Zidane’ın öznesi olduğu maçla ilgili neredeyse Bergson’cu tattaki yorumunun da buna katkısı büyük. Maçla ilgili deneyiminin gerçek zamanla ilintili olmadığını ifade eden, oluş halindeki maç’a dikkat çeken Zidane’la film, sportif bir gösterinin, sayılmayan uzamla olan ilişkisini de kurcalamış oluyor. Öte yandan filmin en büyük başarısı, özne olmanın bedelini bir imge olarak yüzbinlerce gözü doyurarak yansıyan Zidane yerine, Gordon ve Parreno’nun bunun tam tersini vurgulayan kadrajlarıyla, kendi özdeşliğinden kopan, kendi imgesini kendi üzerine katlayan bir Zidane imgesi yaratmasında. Bu portredeki Zidane, Bourdieu’nun “şampiyonu” değil! Bu portredeki Zidane, milyonların gözünde yansıyarak aynada kendini gören değil! Özneyle, görülen özne arasındaki yarıktan bize haber veren bir özne! Dekompoze bu Zidane portresi o yüzden hiç seyirlik değil belki ama çok filozofik!
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment