Mekanım zaman olsun

Küratör Rene Block’un editörlüğünde Türkiye’de güncel sanat başlıklı bir dizi yayına Hale Tenger’in Yapı Kredi Kazım Taşkent’te açtığı LaHavle başlıklı sergisi ve Ahu Antmen’in kaleme aldığı İçerdeki Yabancı kitabıyla başladı.

David Harvey, mekanı alt etmek için mekansal örgütlenmenin şart olduğunu yazar. Toplumsal ve mekansal arasındaki karşılıklı bağlantılara değinerek, mekanı, sınıf, devlet, kapitalist ilişkiler, ataerkelliğin ve toplumsal kendiliklere ilişkin nedensel güçlerin gerçekleştirildiği yer olarak tanımlar.

Mekan, bir anlamda toplumsal sınıf ilişkilerinin çatıştığı bir savaş alanıdır.

Ve yine Harvey’e göre mekansal ve zamansal dünyalarımızın sıkışmasının yarattığı bunaltıcı duyguyla baş etmeyi öğrenmek zorundayızdır.

İşte Hale Tenger’in Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde açtığı son sergisi LaHavle, bizim bu bunaltıcı duyguyla baş etmeyi öğrenmek zorunda kalışımızın sürecine odaklanıyor. Bu süreçte sabırla ama hep bunaltıyla çektiğimiz ve çekeceğimiz tüm LaHavle’leri içinde barındırıyor. Sergi, her zamanki gibi Tenger’in zaman ve mekanı sergiyle aynı zamanda basılan Ahu Antmen’in kaleme aldığı İçerdeki Yabancı kitabında vurguladığı gibi “bağlamı göz önünde bulundurduğu”, “spesifik zamanları ve mekanları aşan sorularla/sorunlarla ördüğü” sergilerinden. Antmen kitabında, Tenger’in, “izleyiciye bireysel ve toplumsal belleğini sorgulayabileceği sahneler kurduğu, alanlar açtığı”nı belirtiyor.

LaHavle sergisinde de yine böyle bir sahne, bir alanla karşı karşıya, dolayısıyla de böyle bir sahnenin, alanın içindeyiz. Tenger’in inşa ettiği, o “çok katmanlı anlam bütünlüğü”nü görüyor ve hissedebiliyoruz. Tenger, Antmen’in de kitabında vurguladığı gibi “her ayrıntının belli bir bütüne hizmet ettiği aşırı düzenli ve titiz bir görünümü olan” bir yerleştirmeyi Yapı Kredi Kazım Taşkent Galerisi’nde hiç de alışık olmadığımız bir biçimde yerleştirmiş. Bizi hem bu mekanın belleği hem de mekansallığımızla hesaplaşmaya çağırıyor.

Tenger’in zaman ve mekana yaptığı vurgudan bu anlamda uzun uzun söz etmek gerekiyor.

Galeri mekanını adeta istila eden dev ayakların statikliğine karşıt mekanın duvarlarında ve merdiveninde gezinen projeksiyonda yansıyan engelli ama hareketli insan bedeninin galeriyi gezen izleyiciye düşündürdüklerinden de...

Her şeyden önce izleyici, galerinin mekanını sıkıştıran dev ayaklarla baş etmek zorunda kalırken, Tenger’in LaHavle’sine katılıyor. Böylelikle özne ile nesne arasında ikisinin ayrımına engel olan bir hareket söz konusu oluyor. Galeri, yani sergi mekanı, hayal kurmayı barındıran bir evden çok direnmeyi örgütleyen metaforik bir mekan haline geliyor. Mekansal engellerin altı Tenger tarafından çizilirken, bu engeller bir anlamda küçülüyor, çözülüyor. İzleyici de bu dönüşüm karşısında kayıtsız kalamıyor. Mekansal engellere vurgu çoğaldıkça mekan içindeki yer çeşitlemeleri çoğalıyor.

Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat galerisi, bir kültürel simgeler deposu, Türkiye’nin en işlek ve çok-katmanlı, devingen, denetim altına alınamayan bir kültürü barındıran İstiklal caddesine vitrini olan bir depo olarak işlev görüyor . Hem Benjamin’in dalgınlarını hem de profesyonel izleyiciyi, tüm Beyoğlu yayalarını kucaklayacak, farklı bir deneyime davet ediyor.

Tenger, LaHavle başlıklı sergisiyle mekan dediğimiz önemli olgunun yansız ve edilgen olmadığını bir kez daha vurguluyor. Onun tekrar tekrar üretilebilirliğine işaret ediyor. Bunu yaparken bir yandan da onun aynı zamanda mücadele alanı haline gelebilirliğini, galerideki karanlık içinde bir kez daha gün ışığına çıkarıyor.

LaHavle’de duvara yansıyan, engel tanımayan hareketli figürün duvarlar arasında gidip gelişi, tüm engelli haline rağmen merdiveni çıkışı!, Serdar Ateşer’in sergi için ürettiği özel sesle birlikte mekanı istila eden ayaklara karşı sabır dolu bir örgütlenmeyi beraberinde getiriyor.

İstiklal’in tüm yayalarını, otoriteye, sivil olmayan iktidara karşı LaHavle çekmeye, direnişe çağırıyor. Marks’ın belirttiği kapitalist ilişkilerin gelişiminin tüm mekansal engellerin üstesinden gelici etkisinden ve bu etki sonucu zaman ile yok edilen mekana ilişkin vurgu yaparak, o’nu dönüştürürken John Urry’nin Marks’ın gözden kaçırdı dediği olguya da değinmiş oluyor. John Urry’nin bu yok etmenin aracısı olarak ilan ettiği, değişmez ve devinimsiz mekansal konfigürasyonlarla baş etmenin yollarını, kendi mekanla savaşımı aracılığıyla bize, bizi de dev ayaklar altında ezilmemek için verdiğimiz mücadele sayesinde kendimize gösteriyor.

No comments: