Güçlü Öztekin/ Biçimsiz Cennet üzerine/ Aralık 2007

“Politik olmakla ilgili kafam karışık”

1978 doğumlu Güçlü Öztekin, ilk solo sergisi İşlemci’den sonra şimdi de Biçimsiz Cennet sergisiyle Galerist’te karşımızda... Biçimsiz Cennet, Öztekin’in İşlemci yönünün devam ettiğini gösteriyor. Resim denilen üretimini en mekanik yollardan çözme gayretini... Bir üretici olarak kendisine tıpkı kullandığı kağıt malzeme gibi bir araç olma görevini yükleyen. Öztekin’in bu şekilde kurguladığı biçimsiz cenneti, ağırlıklı olarak kağıt ve naylon üzerine yaptığı işlerden ve Hanım Böceği isimli video filmden oluşuyor. Kağıt çamur ve sanatçının son günlerde tükettiği sigaraların küllerinden yaptığı minik heykellerinin yer aldığı yerleştirmesi hem fikri hem de duyusal dünyalar kuruyor. Kavramsal işler üretmekten ziyade taze işler üretme derdi taşıyan Öztekin’in, tazelikten kastı, işin yapılış anına ilişkin göndermesinin bulunması, o anın güncel bir tarihi işaret ediyor olması...

-Demişsin ki: “Ressam değilim, bir kere bile böyle hissetmedim...” Ressam nasıl hisseder ki sen öyle hissetmiyorsun?

Doğru bunu biliyor olmam lazım ki bilmediğimi söyleyebileyim... Mantık sorunu gibi konuşmayacağım. Resim yapmak benim için çalışmak değil; yaşamak gibi... Belli bir resmin peşinden gitmek gibi de değil. Bir yaşantım var ve onun ortasında resim yapmak bir santral gibi bana enerji sağlıyor. Mesela resim yapan birisi için tam tersi geçerlidir. O yaşamdan enerji toplar ki resim yapabilsin. Ben resim yapıyorum ki enerji toplayabileyim.

-Hayatla sanat pratiği arasında bir bölünmüşlüğün olmamasını mı kast ediyorsun?

Evet, gündelik hayatımdaki bir şey resim yapmak. Bana diğer yaptıklarım için enerji sağlıyor. Bende birtakım kanallar açıyor.

-Resim geleneğiyle ve bu gelenekteki kırılmalarla ilgili kendini nasıl değerlendiriyorsun?

Açıkcası ben okulda da, ki Mimar Sinan mezunuyum, sanat tarihine pek böyle ekoller anlamında ya da bir çizgi doğrultusunda ilerleyen bir şey gibi yaklaşmadım, yaklaşamadım. Onlarla bir tanışıklığım var ama onlarla bir hesaplaşma gibi bir şeyim yok. Bazı ressamlardan tabii ki çok etkilendim. Ama hiçbir zaman yaptıkları resimleri beğenmek üzerinden onlarla ilgilenmedim, resim yaparken nasıl bir bünye kurduklarıyla ilgilendim. Mesela Van Gogh çok önemli bir adam. Bir arkadaşım söylemişti, bence çok doğru, bir tespit; Van Gogh onun döneminde performans gibi bir şey yapıyor aslında... Bu aklımıza bile gelmiyor. Bir günde resmini bitiriyor. Orada bir mekanizma çalışıyor. O mekanizmayı çalıştırarak resim yapıyor. Çok taze resim yapıyor.

-Bu tazelikten senin ne anladığını konuşalım. Mesela bu sergideki bazı resimlerin çoğunu üç- dört gün içinde yapmışsın. Bazılarını açılıştan bir gece önce... Tazelik o anlamda yapılış anının yakınlığı ve bunun sonuçta görünmesi mi demek?

Evet.

-Galerinin sonundaki yerleştirmende, bu yerleştirmeyi oluşturan malzemeyi görüyoruz. Mesela küller, kağıtlar, leğen içinde çamur... Küller de içtiğin sigaraların külleri... Belleğin yanı sıra kendi resim/sanat tezgahını sergiye koymak, bu bir tür “tekniğini açığa vurma” mı?

Ben buna itiraz etmem. Bu odayı yaparken ayrıca zaman kavramı üzerine birtakım bilinçli dokunuşları buraya yerleştirdim diyemem. Klasik Hitchcock hikayesi; torunu sinema dersi alıyor. Ödev için dedesini seçiyor. Eve gidip dedesine, Hitchcock’u anlattığı zaman ünlü yönemen “vay be,” diyor, “bunları ben mi yapmışım?”

-Daha önceki serginde de vardı. Galeriyle bir derdin mi var onu hep kirletiyorsun? Ve öyle bir kirletiyorsun ki izleyiciye kendini evde hissettiriyorsun. Bir galeride evde gibi hissedilir mi?

Yok, yok, hissedilmez. Ama simülasyonla bir tür yapay durum oluşturulabilir. Benim galeriyi kirleteyim gibi bir derdim hiç olmadı. Çünkü galeriyi kirletmek falan nihayetinde çok yapılmış şeyler. Galeriyi kirletiyor olmak bana pek yetecek bir şey değil. Onun altını mutlaka bir şeylerin dolduruyor olması lazım. Sonuçta evde de evdeyiz gibi hissediyoruz diyemeyiz. Evde hissetmek ne anlama geliyor? Ben tam olarak bilemiyorum. Bence ev bayağı karışık bir yer. Pek çok şeyi taşıdığımız bir yer. Evi, böyle sabit, yaşadığımız ve rahat ettiğimiz bir yer gibi düşünmek bence biraz zor. Pek çok şeyin taşındığı bir yer sonuçta... Galeriyi tam olarak evle kıyaslarsak ortak noktaları var. Eve de bir misafir geleceği zaman gündelik şeyleri biraz kenara itiyoruz. Galeri biraz böyle... Ben galeriye evimdeki ortamı ayıklayarak taşıdım.

-Peki sanatçı kendini bir müzede nasıl hisseder?

Çok fazla bir tecrübem yok buna dair... Ama büyük ölçüde nereye girersek girelim birtakım sabitlerimizi sağlayabilecek, kendi peşimizden sürüklediğimiz bazı şeyler var. Bir müze, bir galeri ne bileyim bir fuardaki haller ya da mesela bir ofisteki haller kadar farklı... Ama bizim her gittiğimiz yere sürüklediğimiz ve olmazsa olmaz haller de var.

-Bazı resimlerine(Japon, Cesur Yeni Türkiye, Kendimi Böyle yaptım...vs) uzaktan baktığımız zaman onları çok şık, çok lüks malzemeden yapılmış gibi algılıyoruz. Sanki deriden yapılmışlar parlıyorlar... Yakına gelip baktığımızda hiç de lüks olmayan kağıt gibi gündelik malzemeden yapıldıklarını anlıyoruz. Dolayısıyla resimlerinde kompozisyonun kendisi değil de malzemeyi kullanış biçimin yanılsamayı yaratıyor... .

Sadece şunu söyleyebilirim. O kadar uzun süredir kağıtla çalışıyorum ki artık malzemeyi hissetmiyorum bile... Herkesin kolay ulaşabileceği bir materyal ve kağıdı ben hissetmiyorum artık... Yani kağıtla çalıştığıma dair bir bilincim yok. O anlamda kağıt çok eski bir dost gibi... Birini çok uzun süredir tanıdığın zaman, ‘vay be bu insanla beraberim ne yapsam’ demezsin, buluşursun, konuşursun falan bunun gibi..

-Malzemenin döngüselliğini o sırada hesaba katmıyor musun?

Bu büyük naylonlar inşaatlarda falan kapatmak için ya da seracılıkta kullanılıyor. Evde onlardan birikti ve bir şekilde onların geri gönderilmesi lazımdı. Torbayı çöpe atmak bile ayrı bir sorun benim için. Bunu yapamıyorum. O resimler öyle çıktı. Aslında bütün sorduklarına yanıt olarak tamamen bilinçsiz olduğumu söyleyemem.. Benimki uyku hali. Uyku benim için çok önemli. Kağıt örneği gibi... Kağıda o kadar alıştım ki kağıtla birlikte yatmak gibi... Artık onun bir malzeme olduğunu fark etmiyorum. Artık onunla çalışmak bir uyku hali. Bu yüzden mesela senin sorularını büyük ölçüde algılayabiliyorum ister sanat tarihi olsun ister daha yakın daha felsefi kavramlar olsun bunlar bildiğim şeylerin başka bir yere taşınmasını, bir şekilde onların unutulması hali benimki...

-Mesela füze formunu bu naylon yüzeylere işlerken o formu askıya almak mı, bildiğimiz anlamı dışında bir kullanıma sokmak mı? Özetle bütün mesele politik olmak ya da olmamak mı?

Politik olmakla ilgili benim kafam çok karışık. Politik birtakım işler olabileceğini düşünmüyorum. Tek bir işimi politik mi değil mi diye değerlendiren insanlardan değilim. Bu daha sanat ya da daha gündelik yaşam, bu iş daha politik diye bir şey yok. Bir şekilde kendimi büyük bir bünyenin parçası olarak düşünebildiğimde bunu gerçekleştirebildiğime inanıyorum. Asıl politik olan eylemin kendisi... Hareket ve insanların bir araya gelmesi.

-Peki doğuya ait görme biçimleriyle ilişkini nasıl kuruyorsun?

Doğu resmine özel bir ilgim yok ama büyük ölçüde mesela bir dönem okulda

yaptıklarımı minyatüre benzetiliyordu. Minyatür resmini severim. Minyatür resminin mantığını bilirim tıpkı Batı resmini bildiğim gibi... Ama bu bilgiyi kovalamak pek bana göre değil. Dediğim gibi uyku hali bana daha iyi geliyor.

-Bir minyatüre baktığında oradaki istifin nesi hoşuna gidiyor mesela?

Biraz çizgi filmlere benziyorlar. Minyatürde zaman algısı, minyatürde hareket ya da eşzamanlı hareket falan bunları biliyorum. Ama önemli değil. Bildiğimiz şeyleri göstermek değil de belki daha tuhaf bir şeyi seçmek, hatta zorla bunu seçmek mesela bence daha cazip. Sadece şunu söyleyebilirim: Bence her ne ile uğraşıyorsak yani sanatla ilgili olmasına gerek yok, onunla ilgili tuhaf bir noktayı bir şekilde bulabiliyor olmamız lazım. Birçok kanal açıyor olmamız lazım. Benim genel olarak söyleyebileceğim şey bu.

-Bir resminin ismi Zenci Robot. Hazavuzu performansında ‘5 yıl sonra çok sıcak olacak

herkes zenci olacak’ diye bir bölüm var... Bu zenci olayını vurgulamak politik doğrucu olmama lüksünden yararlanmak mı?

Bizim bienaldeki performansta vardı o... İşte hani sorun yok. 5 yıl sonra zaten sıcaklık 5 kat artacak biz zenci olucaz ırkçılık da ortadan kalkacak... Bir kere ırkçılık zaten zencilikle ilgili değil. Ten rengiyle de ilgili değil. Gayet sosyal falan biz kafa iyi bulduk ve yerlere yattık gülmekten...

No comments: