Füreya'yı Anma gününden

İyi ki doğdunuz Füreya




Maçka sanat galerisi, Merhaba Füreya Merhaba sergisiyle sezonun sonunu Füreya Koral’ın doğumunun 100. yılını kutlayarak getiriyor. Sergiye 150’nin üzerinde seramik sanatçısı geleneksel kuş evlerini Füreya’nın izinde yorumlayarak katılıyor. Kadın Başına Festival’in kurucusu olarak Füreya Koral’ı yakın dostları ve öğrencileri sanatçı Candeğer Fürtun, sanat tarihçi Ayda Arel ve galerici Rabia Çapa’yla sergi kapsamında anmak istedim. Bugüne kadar ya eski kocalarıyla ya da Atatürk’ün karşısında sigara içişiyle gündeme gelen Füreya’yı bu kez dostlarının sanatçı kişiliğiyle anlatmasını dileyerek… Öyle de oldu. Ortaya Ayşe Kulin’in yazmadığı bir Füreya Koral portresi çıktı. Söyleşinin en önemli sözlerini ise Füreya’nın ellerini yaşarken kalıba alan ve bu kalıptan bir çift el heykeli yapan Candeğer Fürtun sarf etti: “Füreya Koral, Türkiye’nin ilk kadın seramik sanatçısı değildir. Fürtun, Türkiye’nin ilk çağdaş seramik sanatçısıdır” diyerek sanat tarihinin büyük yanılgısını düzeltecekti. İlk çağdaş seramik sanatçısı Füreya iyi ki doğdunuz.



Ayşegül Sönmez:Bugün burada Füreya Koral’ı konuşmak üzere toplandık. Bugüne kadar hep yapıldığı gibi onun özel hayatını değil hayatının merkezine koyduğu sanatsal üretimini konuşacağız. İlk olarak Ayda Arel sizinle başlamak istiyorum. Onu en eski tanıyan sizsiniz sanıyorum…

Ayda Arel : Füreya hanımla 1955 yılında tanıştım. Lise sonda bir öğrenciydim. Oturduğu ElIrak apartmanından atölyesine geçecekti. Yanına bir çömez arıyordu. Atölyede seramik üretimine başladığı yıl, yanında çalışmaya başladım. Daha önce Şakir Paşa ailesinin birçok ferdini tanıdım. Şakir Paşa ailesi örüntüsünün nasıl oluştuğunu dal budak sardığını biliyorum. Onunla olan ilişkimiz ölümüne kadar devam etti.

-Şakir Paşa ailesi için menteşe nitelendirmesini yapıyorsunuz… Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken menteşe görevi üstlendiğini… Füreya Koral’ın üretiminde bu ne kadar belirleyicidir?

A.A: Osmanlı döneminde yeri olan ama saray baskısından da kaçmış bir aile Şakir Paşa ailesi. İmparatorun son dönemlerinde ortaya çıkan Avrupaileşme hareketinde yerleri var. Yabancı dilleri var. Kitap okuyorlar. Ona göre giyiniyorlar. Bu onların Cumhuriyet’e geçişlerini kolaylaştırdı. Yeniliğe açılmaları çok sancılı olmadı hatta öncü olabildiler. Üretici ve yaratıcı olmalarıyla da yoksullaşmadılar gibi geliyor bana… Ailenin bir ilginç tarafı da ne taraftan bakarsanız bakarsanız değişen şartlara ayak uyduran bir aile olması. Yeniliği, bir çeşit kokusunu alırcasına sezmiş olmaları. Yeniliğin bir yerde de başını çekmeleri. Bu tabii onları ilginç kılıyor. İkincisi, Aliye Berger , Füreya Hanım ve Halikarnas balıkçısı için geçerli olan bir başka şey de, paşa torunu oldukları halde, çok zor şartlarda başlarını dik tutarak gayretleri, iradeleri ve kişilikleri hepsinden önemlisi alın teriyle, Füreya Hanım elinin nasırıyla, kendilerini kabul ettirmiş ve yeni yaşam koşullarında kendilerine bir yer edinmiş olmaları. Füreya hanıma gelinceye kadar Kütahya çinisinin en soluk, en çirkin olanı, anlamını kaybetmiş olanı vardı. Füreya Hanım bomba gibi patladı. İyi yaptı, kötü yaptı bilemiyorum ama Füreya Hanım seramiğin yolunu açtı Türkiye’de. Seramik saygıdeğer, imrenilen, özenilen, yapılan bazen de para kazandıran bir sanat haline geldi. Türk sanatı gelenekleriyle belli bir ilgisi vardı. Bizdeki geleneksel mimarlık ve çini birlikteliğini yeni bir söyleme kavuşturmak istedi. Utarit İzgi’yle işbirliği oldukça verimli oldu.

-Bu noktada Candeğer Fürtun’a dönmek istiyorum. Seramiği araç olarak kullanan bir sanatçı olarak sizce seramik disiplinine Füreya Koral ne kattı?

Candeğer Fürtun: Şimdi bakın Ayda çok önemli bir şey söyledi. Bir parça ona ilave yapmak istiyorum. Seramik dünyasını canlandırdı dedi. Füreya Koral aslında ilk çağdaş seramik sanatçımız. Herkes, ilk kadın seramik sanatçımız, der. Hayır, ilk çağdaş seramik sanatçımız. Çünkü Füreya hanım, Haziran 1951’de Paris’te Galeri M.A.I’da sergi açtığı zaman aynı sergiyi burada Maya galerisinde açtı. O sırada Türkiye’de ne vardı? Türkiye’de sadece çömlekçiler vardı. İmza yok, seramik yok, sanatçı yoktu. Akademide açılan seramik atölyesi türlü nedenlerle işlememişti. 1949’da tek bir öğrencisi vardı. O da Sadi Diren’di. Küçüksu’da Toygar ailesi vardı. Çömlekçiler vardı. Füreya hanım hakikaten Ayda’nın dediği gibi bir bomba gibi geldi. Çağdaş bir seramikçi olarak geldi. Dışarıda müthiş bir beğeni kazandı. Söylenen şey şuydu, Doğu duyarlılığını Batı tekniğiyle birleştirmiş. Füreya hanımın kendisini yetiştirdiğini biliyorsunuz. Hastalığı nedeniyle gidiyor Leysin’de porselenler boyamaya başlıyor. Sonra neden diyor bu şekillerin üstünü boyayayım, ben getirteyim çamuru… Hastalığına rağmen 1949’da kalkıyor Paris’e gidiyor. Hem tedavi oluyor, hem de Paris’in dışındaki bir atölyede çalışıyor. Fahrünissa(Zeid) hanımın çok yakından tanıdığı ünlü eleştirmen Jacques Lassaigne işlerini görünce onu sergi açmaya teşvik ediyor. Füreya hanım, bu şekilde orada sergi açıyor.

-Peki gelenekle kurduğu ilişki üzerine neler söylenebilir?

C.F: Yalnız çininin ötesinde… Hem gelenek var hem de çağdaşlık var. Füreya hanımın deneme olarak yaptığı şeyler aslında çok çağdaş. Seramik, duvardan koptuğu anda çağdaş seramik oluyor zaten… Füreya hanımın sevgisi çiniye karşı olduğu için onları deniyor. Seramiği bir resim çizimi olarak kullandı. İlk önce gelenekten gelen biçimleri vardı sonra kendi dünyasından balonlar, kuşlar, balıklar girdi.
A.A: Gelenek daha çok ele aldığı temalardaydı. Mevlevi’liği ele aldı. Onunla çalışmaya başladığımız zaman Hilton inşa ediliyordu. Masalar ısmarlanmıştı. O masaları mozaik tekniğinde yapıyordu. Bana da soruyordu. Mozaik tekniğinde belli şekilleri kesip yan yana getirip birtakım panolar yapılıyordu İran’da, Anadolu ve Timur geleneğinde… Bunu yeniden bulmaya çalışıyordu. Buna başka bir dil getirdi. Yuvarlak parçaları, üçgen, dikdörtgen parçaları bir araya getirip mozaik tekniğinden almaya başladı. 1950’li yılların başında Rockefeller bursuyla Meksika ve Amerika’ya gitti. Bu arada Mısır seramiğini tanıdı. Meksika’yı da gördü. Başka geleneklere ait toprak, boya, sır mine şeylerini öğrendi ve onları kullanmaya başladı. Bir ara Mısırlıların kobaltını kullandı. O yıllarda seramiğin yanı sıra mine tekniğini kullandı, maden üzerine mine yapmaya başladı.
C.F: O zaman burada ne vardı? Kırmızı toprak vardı Hasan ustanın getirdiği… Uskumru köyde yüksek dereceye uygun kil bulundu. Füreya hanım işlerini teknik olarak araştırmaları neticesinde çok daha güzel bir toprakla yapmaya başladı. Hem desen hem gelenek hem biçim hem teknik hem çağdaşlık olarak araştırmalarına devam ediyor, seramiğin seviyesini yukarıya çıkarıyordu. Son derece önemli başka bir şey yaptı Füreya Hanım 1973 senesinde… İstanbul Porselen fabrikasına gitti. Orada beyaz porselen kahve takımı yaptı. Zannediyorum lambalar da yaptı. Çok güzel tabaklar yaptı siyah beyaz. Orada bunun değeri anlaşılmadı. İstanbul porselen buna devam edemedi. Bu kalıplarının kırılmasını istedi Füreya hanım. O tabaklar ve kahve takımı olağanüstü işlerdi.

-Bugün bu kahve takımını ve tabakları görebilir miyiz?

C.F: Göremezsiniz… Ancak fotoğraflarını görebilirsiniz. Yok oldular. Bakın iki tane iyi işler yapan seramik fabrikası var. Çanakkale seramik ve Eczacıbaşı… İkisinin de bir seramik müzesi yok. Hem kendi geçmişlerini gösterebilir hem de Füreya hanımın bütün üretimini sergileyebilirler oysa…
Rabia Çapa: Fincanlardan evinde birkaç örnek vardı. Onlar da çalındı.

-Füreya Koral’ın bir başka önemli özelliği de atölyesinin kapılarının herkese açık olması değil mi? Ve o atölyeden önemli isimler çıktı…

C.F: O havayı soludular. O kişilerle beraber oldular. Edebiyatçılar, arkeologlar, yabancı misafirler… Alev(Ebüzziya), Tüzüm (Kızılcan), Binal(Kaya) ve Bingül(Başarır) onun atölyesinden hareket ederek o sevinçle yol aldılar. Füreya hanımın ortam yaratması teknik bakımdan seramiği ilerletmesi… Hiçbir zaman etki altında kalmadı. Kendi ne düşündüyse onları yaptı.
A.A: Ama çok etki altında bıraktı. Çok taklitçisi oldu.

-Resim yapmayayım Fahrünissa Zeid ve Aliye Berger yapıyor, ben onların etkisinde kalırım korkusuyla yapmadım, diyor. Etki altında kalmamak istememesi ilginç.

C.F: Kendine sadık, kendi düşüncelerini ortaya koymaya çalışan bir sanatçı…
A.A: Acılarını başka türlü somutlaştıramazdı. Onların aldığı yolu alsaydı bunu yapamazdı… Seramikle kendi küçük şarkısını söyledi.

-Rabia Çapa siz ne diyorsunuz? Aliye Berger’i de iyi tanıyan, ikisine de sergi açmış biri olarak. Hatta üçünü de tanıdınız.

R.Ç:1951’de çok güzel baskılar yaptı Füreya. Ama ısrarla seramiğe devam etti. Füreya’yı ben Aliye’den sonra tanıdım. Ailenin içinde asıl benim dostum Aliye’ydi. Aliye’yle beraberken Füreya’dan ödümüz patlardı. Yaramazlık yapardık ikimiz… Füreya geldi mi hoca geldi gibi dururduk. 1974’te kardeşimle birlikte galeriyi açmaya karar verdik. Ben Çiğdem’i (Simavi) aldım yanıma. Füreya’ya öyle gittik. Çiğdem’in annesi yani halamın çok iyi dostuydu. Ben de öyle tanımıştım Aliye’yi. 1976’da gittim Füreya’ya… Galeri açıyorum dedim ve ilk Aliye Berger sergisi yapmak istiyorum. Tamam, çok iyi, dedi Çıkarttı güzel bir portfolyo. Epey bir gravür çıkarttı. Tamam, dedim. İnşaat biter bitmez tarihleri söylerim. Ayrıldık. Galeri bitmek üzere. Sergi açılacak. Ercan Arıklı beş gerçekçi kitabını çıkarttı. Aliye’ye kitap yapamayacaksın gel sen 5 gerçekçi Türk resmi sergisiyle aç, kitabı da var serginin, dedi…
Onun üzerine 5 gerçekçi’yle açtık. Sonra gittim Füreya Hanım’a… Bir dakika kızım dedi. Portfolyoyu çıkarttı. Bunlar dedi o gün gördüklerin, şu iki resmi ben sattım ama sergi için tutuyorum. Bu da parası, dedi, önüme koydu. Bir buçuk sene evvel kaç gravür var diye saymamıştım. Ayıp bir şey zaten. Bir buçuk sene sonra karşısına gidiyorum, bunu yapıyor. Böyle bir kişilikti. Ondan sonra çok dost olduk. Beraber çok seyahatler yaptık. Ürdün’dü… Bozburun’du… Paris’ti… Hele Paris’te Alev Ebuzziya’nın evinde kaldık liseli genç kızlar gibi…

-Füreya Koral’ın kamusal alanda ciddi bir üretimi var. İMÇ, Ulus iş hanı, Divan Oteli… Benim şu anda Teşvikiye’de oturduğum apartmanın girişinde de var hatta… Bugün bu işlerin değişen şehirle nasıl bir uyum içinde olduğunu düşünüyorsunuz? Değişime direnebildiler mi?

A. A: Bence yenik düştüler. Şehrin değişmesiyle yayanın perspektifi değişti. Yaya sayısı azaldı Kaldırımda yürüme ve etrafına bakma fiili sıfıra müncer oldu. Dolayısıyla bakma seviyesinde, yayanın panoramasını oluşturacak olan görüntüler artık yok.
İstiklal caddesinde geçti çocukluğum. Okula gidip gelirken binalara bakıyordum. Aşağıda gördüğüm şey beni yukarıya bakmaya itiyordu. Altı o kadar heterojen ve bozuk oldu ki yukarıya bakmıyorsunuz bugün. İnsanın bakışı zemin katla ve cephelerle ilişkisi çok değişti ve Füreya hanım yenik düştü…

R.Ç: Sheraton otelinin müdürünün aklına gelmiyor, sarmaşığı keseyim de Füreya hanımın panosu görünsün demiyor. Bu sergi bitene kadar uğraşacağım ama. Manifaturacılar çarşısıyla da Sheraton’la da, işlerinin etrafını temizlemeliler…

No comments: