51. Venedik Bienali(Haziran 2005)

Joan Jett’den sanat tecrübesi

51. Venedik Bienali’nin iki büyük sergisinden diğeri Giardini’de. Küratör Maria de Corral, bienalin Joan Jett’i. Müziğiyle bizi bienalin bu diğer büyük sergisinde peşinden sürüklüyor ve terletiyor. Maria de Corral’ın sergisinde Marlene Dumas’nın portreleri, Bruce Nauman’ın ya da Stan Douglas’ın videoları, Jenny Holzer’ın elektronik art language’larıyla kendimizden geçiyoruz. Çünkü Corral, seçtiği sanatçıların geçmişlerini ve geleceklerini unutturmayı başarmış. Her birini sanat tarihine rağmen, kaynayan bir yaz reçeli tenceresinin üzerindeki birbirinden habersiz ve birbirlerinden asimetrik patlayan şeker köpükleri gibi sergisine yerleştirmeyi becermiş. Ki bunu devrimci 50. Venedik Bienali’nde Delays and Revolutions sergisinin küratörleri Francescco Bonami ve Daniel Birnbaum bile başaramamıştı. Corral, sanatı, “herhangi bir dogmatik düşünceyi reddeden özgürlük ve direniş biçimi” olarak tarifliyor. Ona göre soyut resim sanatı, “gerçeğe tekabül eden ama görünmeyen bir sessizlik alanı”. Sergiye “sanat tecrübesi” adını verirken tıpkı sanatçılar gibi izleyicinin de gündelik hayata ilişkin temalar peşinde koşturmasını istemiş. Bugünün kaybı, ele geçirilmeyen geçmiş olarak tanımladığı nostalji temasını da sergisine dahil ederek sanatçıların farklı araçlarla kendilerini ifade ederken izleyicinin bu araçlar üzerinden geçmişi ve geleceği olmayan bir yolculuk içinde tıpkı Martinez’in sergisindeki Runa İslam’ın videosunun ismi gibi –be the first to see what you see as you see it- görür görmez gördüğünü ilk gören ol- bir deneyim yaşaması için gereken ortamı sağlamış.
Corral’ın rock albümünün hitini Marlene Dumas oluşturuyor. Dumas, geçtiğimiz 50. Venedik Bienali’nde bienal dışında Accademia tarafında küçük bir galeride sergi açmış ve tüm Dumasseverler soluğu bienalin dışında orada almıştı. Şimdi Dumas’yı Venedik Bienali’nin kalbinde görmek, hele Francis Baconların ve Philip Guston’ların arasında görmek serginin ismini eyleme dönüştürüyor. Sergi, sanat tarihine girmiş Bacon, Nauman, Tapies gibi geçmişteki farklı modernlikleri, Holzer, Whiteread, Wallinger, Thomas Ruff gibi son modernlerle bir arada sunarak size yeni okumalar yapmak için fırsatlar tanıyor.
Plastik sanatlar dünyasının genç star isimleri Mark Wallinger ya da Jenny Holzer ya da Thomas Ruff’un yakaladığı “gelip geçici olana iliştirilmiş sonsuzluk an”larına Francis Bacon, Antoni Tapies ya da Philip Guston’un pentürden yaptığı katkılar inanılmaz.
Marlene Dumas’nın sözleriyle bu sergiyi özetlersek...
“Benim işim ne anlama geliyor bilmek istiyor musunuz?
Aşık olmak. Kahkaha atmak. Babanın mezarını ziyaret etmek.
Eve gitmek.
Rengi değiştir
Tarihi değiştir
İsmi değiştir
İşi değiştir “

Sanatı deneyimlemek, sanatı tecrübe etmek, bunların hepsi...


Kutu

Berksoy, Bourgeois ve Beckett

51. Venedik Bienali’ndeki Rosa Martinez’in küratörlüğünü yaptığı “her zaman biraz önde” sergisine Türkiye’den iki sanatçı katılıyor. Biri çarşaf ve pentür resimleriyle Semiha Berksoy diğeri Bülent Şangar. Sergideki diğer B’ler Samuel Beckett’le başlıyor, Berksoy ve Louise Bourgeois’yla devam ediyor. Berksoy’dan bir yaş büyük olan Louise Bourgeois’nin sergi salonunun sonunda asılı alüminyum spiral heykellerinin Berksoy’un çarşaf resimleriyle aynı sergide olmasının yol açtığı ilişki gerçekten enerjilerden yola çıkan iki aykırı dişi ruhun bir arada nasıl soluk alıp verebileceğini görmek açısından ilginç. Semiha Berksoy, uluslararası bu büyük serginin içinde dört başı mamur, dişi ve modern olarak yerini alıyor. Onunla birlikte adeta diğer depolarda bile resimleri bulunmayan, resimlerinin çoğu kayıp, nasıl öldüklerine ilişkin esrar perdesinin aralanmadığı diğer dişi ve modernlerimiz Mihri Müşfik ve Hale Asaf’ın ruhları şad oluyor. Rosa Martinez, küratörlüğünü yaptığı 5. İstanbul Bienali’nde de
Semiha Berksoy’un resimlerine yer vermişti. Zeliha Berksoy, annesinin ölümünün ardından Semiha”nın son Venedik Bienali çıkartmasını anlatıyor:

-Ölümünün kısa bir zaman sonra Semiha’yla birlikte 51. Venedik Bienal’nde yer almak size nasıl geldi?

15 Ağustos’da annemi kaybettim. Rosa geldi, Zeliha ben Venedik Bienali’ne Semiha’yı çok istiyorum, dedi. Öldüğünü bilmiyordu. Öğrendikten sonra da geldi, görüştük ve çok üzgündü. Bütün resimleri kendisi seçti. Daha önce de 5. İstanbul Bienali’ne Semiha Berksoy’la katılmıştı. 26 eser seçti. Yağlıboyalar ve çarşaf resimler... Semiha’nın bu resimleri, Venedik Bienali’nin 2 kilometrelik en büyük salonu Cordiere’de sergileniyor şu anda. Bu sergiye 40 sanatçı resmi olarak davetli. Bunlardan bir Semiha Berksoy ve diğeri de Bülent Şangar.

-Rosa Martinez’in genel olarak sergisini nasıl buldunuz? Girlpower’ı siz de hissettiniz mi?

Hissetmez miyim? Hem de başında... Gerilla kızlarla bunu zaten hissetmemek ve bundan memnun olmamak imkansız. Muhteşem bir sergi bu. Usta iki küratör. Ve sonuç gerçekten olağanüstü. Gerilla kızların peşinden Semiha geliyor zaten... Zaten o da bir gerilla kızdı. Çok cesur tüm işler... Hepsinde de Semiha’nın resimlerindeki felsefeden, o kararlılık, hakkını arama, doğrunun ve iyinin ve adaletlinin yanında olman var. Bu sergi tıpkı Semiha gibi doğrunun dışında bir şey söylemiyor.

-Conceptle Semiha Berksoy’un işlerinin ilişkisini nasıl buldunuz?

Demin dediğim gibi biraz önde olanların sergisi bu. Cesur olanların, hep bir adım önde olanların... Semiha Berksoy da hep bir adım önde değil miydi? Aşkı uğruna ödediği bedeli kimse ödemedi. Nazım’a olan aşkının ona ödettirdiği bedelden bahsediyorum. Ki ayrı bir konudur. Semiha Berksoy, 90 yaşında New York’a gitti. Trussardi onunla defilesini açtı. Rahmetli Harald Szeemann onu elleriyle Bal ve Kan sergisine götürdü. Semiha Berksoy her şeye rağmen umuttan vazgeçmemiştir. Umudunu yitirmemiş, resimlerindeki karakterleri gibi elleri kesik, tüm vücudu zincire bile vurulmuş olsa dahi tırmanmaya devam etmiştir. Bugün da buradadır. Venedik Bienali’nin kalbinde. Çağdaşı Samuel Beckett ve Louise Bourgeois’yla birlikte...

-Siz iyi misiniz?

Ben bir anlamda bir sanatçı olarak onun kızı olmaktan çok sorumluluklarımın bilincindeyim. Kendi sanatçı ahlakım gereği onun resimlerinin asılı olduğu bu büyük alanı bir dergah gibi algılıyorum. Bu dergahın bir anlamda bekçiliğini yapıyorum. Gelen ziyaretçileri Semiha Berksoy kimdi, neden bu resimleri yaptı, bu resimlerde neler anlattı, kimleri çizdi, birer birer anlatıyorum. Zaten tütsüsü de burada. Tütsüsünü de yakıyorum. Buhurdanı da burada. Annemi özlüyorum. Sanatçı Semiha’yı da özlüyorum.

No comments: