52. Venedik Bienali küratörü R. Storr'la söyleşi(Mart 2007)

“Hayatımda eğitim verdiğim en sessiz
gençler bu kuşağın gençleri...”



52. Venedik Bienali’ne geri sayım başladı. Robert Storr da katılan bazı ülkeleri ziyarete... Storr, dünyanın en eski bienali olan Venedik’in küratörlüğünü yapacak ilk Amerikalı... Storr, bienalle ilgili İstanbul İtalyan Kültür Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Ondan önce bir tek Milliyet Sanat’a konuştu.

Ayşegül Sönmez



-Venedik Bienali deneyiminiz üzerine konuşmaya başlayalım. 52. Venedik Bienali aracılığıyla 11 Eylül olaylarından itibaren yaşadığımız her şeye! estetik bir yanıt vermeyi planlıyor musunuz?

Hayır, direk olarak değil. Elbette bienalde savaşa gönderme yapan birçok iş yer alıyor. Savaşın gündelik hayatlarımızda etkisine gönderme yapan birçok iş... Dünyanın dört bir yanında sonuçta savaş yaşanıyor. Farklı dillere sahip, farklı ülkelerden bienale katılan işlerin bazılarının ortak özelliği savaşın etkileri... Mesela iki tane Balkanlardaki savaşlara ilişkin iş, Ortadoğu’dan birçok şey geliyor. Savaşın yaşandığı yerdeki ihtilaflı durumları anlatan eserler bunlar... Özellikle Ortadoğu’dan gelen eserlerde, yaşanan sıcak savaş durumuna ilişkin farklı bakış açıları var, Doğu-Batı ekseninde yaklaşım yapanlar var. Ama onların dışında Afrikalı-Amerikalı bir sanatçının on yıl önce Manhattan’dan geçen bir uçağın tıpkı 11 Eylül’deki gibi bir binaya çarpmasıyla ilgili yaptığı bir heykel de yer alıyor... Bu işi 11 Eylül’e referansı nedeniyle değil, büyük kentlerde, her an olma ihtimaliyle yaşadığımız felaketlere yaptığı vurgu nedeniyle sergiye aldım. Büyük kentlerde en belirgin şey, her an bir felaketin kopabileceği duygusu bugün... Bunun nedeni politik olabilir ya da mekanik bir hata da olabilir. Bu felaketlerin nedeni 11 Eylül’deki bir grup eylemci olması gerekmiyor. Bir uçakta yaşanan mekanik bir hata da böyle bir felaketin olmasını sağlayabilir. Ayrıca 11 Eylül günü ben New York’taydım. O felaketi birebir bütün boyutlarıyla New York’ta üstelik world Trade Center’a çok yakın bir yerde oturan bir kişi olarak yaşadım. Şunu söyleyebilirim ki... Bugün ülkemiz açısından en azından 11 Eylül’de yaşananlara estetik anlamda bir yanıt hala verilebilmiş değil... Dolayısıyla bu bienalde 11 Eylül bir olay ama özne olarak sergide yer almıyor...


-Daha önceki mesela Gerhard Richter serginizden biliyorum. Bit pazarında bulduğunuz askeri bir kitapdan yola çıkıp kamuflaj fikrinin biçimsel olarak egemen olduğu bir sergi yapabiliyorsunuz. Bu sergide de böyle bir özel yapı inşa ettiniz mi?

Ne sorduğunuzu anladım ve sizi temin ederim, bu sergide kamuflaj yok... Richter’in meselesi görünürlükle ve karıştırmakla ilgiliydi tabii ki . Ama amacım bu sefer bu değil. Kesinlikle bir karışımdan bahsedebiliriz ama bu sergi aracılığıyla amacım saklamak değil, göstermek, anında sanatın tüm farklı boyutlarını birlikte göstermek... Hayatın tüm farklı boyutlarını, dünyanın tüm farklı boyutlarını göstermek. Çağdaş bilinçlilik bence tam da bunlarla ilgili bir şey. Erken modernizmde de mesela Deleunay’de bu eşzamanlılık fikri çok önemliydi. Gazetelerin boyayla birlikte aynı resmin içinde kullanılmasında bu fikir vardı. Gündelik deneyimle birlikte algılanan bir deneyime işaret ediyordu. Bu bienal tam bir kolaj değil ama basit bir kolaj olarak da anlatılabilir. Hayati deneyimlerimizden oluşan basit bir kolaj... Sonuçta bu sergide, her yerden sanat var. Her yerden ortak noktalarımızı içeren bir sanat. Sanatın farklı boyutlarını eşzamanlı olarak anlatan, dünyanın farklı boyutlarından, dünyanın farklı bölgelerinden gelen, çağdaş bilinci oluşturan bir sanat. Gündelik hayat deneyimimizin farklı, çoklu derecelerini içeren bir bilinç bu. O gündelik hayatın içinde savaş varsa bu da o deneyimin önemli bir parçası... Örneğin bu sergide hem İsrailli hem Filistinli sanatçılar var. Onlar bizden çok farklı yaşıyorlar savaşı. O deneyimleriyle bu sergide yerlerini alıyorlar. Amerikalılar da Iraklılar da savaşı farklı yaşıyorlar...

-Richard Rotry bir makalesinde Vietnam Savaşı’nın Amerikalıların kimliklerini kaybetmelerine, Amerikan entelektülellerinin de marjinalleşmelerine neden olduğunu yazmıştı. Chomsky bildiğiniz gibi savaşı, Amerikan imgesine, Amerika’nın geleceğine, umuduna büyük bir ihanet olarak nitelemiş, ahlak dışı ilan etmişti. Irak savaşından sonra ne oldu sizce? Amerikan düşün yazın dünyasında marjinalleşme devam mı ediyor yoksa daha mı aktivistler?

Elbette, Irak savaşı hakkında Amerikalı entelektüellerler, yazarlar, akademisyenler, köşe yazarları, hepsi aleyhte yazılar yazıyorlar. Çok az sayıdaki entelektüel savaşı savunuyor.
Ama ilginç ve şaşırtıcı olan postmodern teoriyi yazan düşünürlerden hemen hemen hiçbirinin, kültürel inceleme alanında kuram üzerine çalışan entelektüellerin bu konuya ilişkin birkaç satırdan fazlasını yazmamış olmamaları... Bu konuda tamamen yok olmaları... Bence şaşırtıcı olan bu savaşla birlikte bu savaşa asıl karşı çıkması gereken insanların bu konuda hiçbir şey yapmamaları. Aklıma bir tek Tim Clark geliyor. Ön safta bu konuda yer alan başka da kimse gelmiyor. Bir de tabii genç kuşağa çok şaşırıyorum. Bir yığın genç, üniversitelerde faşizmin tarihini okuyorlar. Devrimler tarihi dersi alıyor, modernizm üzerine yakın tarih üzerine eğitim alıyor ne var ki grup olarak bu konuda savaş karşıtı hiçbir eylemde bulunmuyorlar. Hayatımda eğitim verdiğim en sessiz gençler bu kuşağın gençleri ki bu savaşın yanı sıra Amerika’nın başına gelen kötü bir şey...


-Tüm bunların ışığı ve karanlığında bugün sanatın politik ve sosyal boyutlarını nasıl tanımlıyorsunuz? Bu anlamda Hegelci bakış açısı egemen değil mi? Büyük bir misyonu yok mu?

Sanatın politik ve sosyal boyutları çok ama çok karışık. Bir sürü seçim var. Her seçim de her sanatçı için doğru seçim olmayabiliyor. Ben 1970’lerde Meksika’da çalıştım. O süreç içinde politik konularla çok ilgilendim. Ve bugün şöyle söyleyebilirim: Görsel sanatlar aracılığıyla politik meselelerle uğraşmanın direk bir yol olup olmadığı konusunda gittikçe çoğalan bir şüpheye sahibim. Elbette bazı örnekler var. Birçok sanatçı bunu denedi. Ama aralarında doğrusunu söylemek gerekirse, çok azı, bunu başardı. Bence sanatçı ya da kamyon şoförüsün, vatandaş olman önemli galiba... Sanatında politik bir duruşun olsun, olmasın, sorumlu olarak kendini yönet ya da yönetme, vatandaş olmalısın. Bir şeyler yanlış gittiğinde sesini çıkarmalısın.

-Felix Gonzalez-Torres ’le yaptığınız röportajı okudum. Gerçekten çok ilginçti. O da mesela politik görünmekle politik olmak arasında çok fark olduğunu söylüyor. Mesela Barbara Kruger ve Helen Frankenthaler örneklerini veriyor...

Felix’e hayranım. Son kuşakta politik işler yapan ve bunu iyi yapan sanatçılardan. Başka sanatçılar da var elbette. Nancy Spero da yaptı. Nancy de bienalde yer alıyor. Ben kimse yok demiyorum. Birçok iyi sanatçı, iyi politik sanatçı değil, bunu söylüyorum ben. Bazen politik olabildikleri yollar mümkün olabiliyor. Temel meselen siyaset olduğu zaman bunu yapman çok zor. Hapsolmuş oluyorsun... 1970’lerdeki bazı sanatçılar mesela Barbara(Kruger) bu alanda çok önemli işler yapmışlardır.

-O da var mı?

O geçen şovda vardı. Nancy Spero var. Bazı başka sanatçılar da var. Mesela Emily Prince var. Son derece politik bir işle sergiye katılıyor. Bildiğiniz gibi Amerika Birleşik Devletleri, Irak savaşında kaç kişinin öldüğüne dair asla rakam vermiyor. Kaç kişi öldü, bilinmiyor. Ölülerini adlandırmıyor. Amerika tarafında biz bunu bilmiyoruz. Irak tarafında da durum muallak. İstatistikler mevcut değil. Hükümet oradan gelen tabut görüntülerini bile engelliyor. ABD Başkanı bugüne kadar Irak’ta ölen kimsenin cenazesine katılmadı. Daha önceki başkanlar katılmıştı. Bu hiç katılmadı. Emily Prince, bulabildiği kadar ölen asker fotoğraflardan resimlerini çiziyor. Ve bu projesi savaş sürdüğü sürece de devam edecek. Askerlerin savaşa nereden gittiklerini de harita üzerinde konumlandırıyor. Bu bir savaş öncesi proje değil, basit bir savaş karşıtı proje de değil! Prince’in yaptığı tam da “Amerikalılar yas tutuyor, diğerleri tutmuyor” gibi de değil. Bu sorunda yaşanan iki taraflı insan hayatı kaybından haber veriyor. Her bir ölen askeri, bireyleştiriyor. İsmi, yaşadığı eyaletle, yüzüyle görünür kılarak bunu yapıyor. Hükümetin görmezden geldiği koşullarda bunu gerçekleştiriyor. Bence son derece politik bir iş.

-50.Venedik Bienali 10 küratörüyle çok kalabalıktı. Rosa Martinez ve Maria de Coral’inki de küçük. Sizinki nasıl olacak?

Ben Bonami’ninkiri göremedim. Param yoktu. Bir müzede çalışıyordum bedava bilet bulamadım maalesef. Benimki de Rosa ve Maria’nınki kadar olacak. Szeeman’ınki kadar yani aynı zamanda. Szeeman’ınkinde 112 sanatçı vardı. Benimkinde 96 gibi bir sayı söz konusu. Bence her birimiz şu noktaya gedik ki, gerçekten insanlara, sanata ilişkin bir deneyim yaşatacaksak bunu ölçülebilir bir miktarda yapmalıyız. İşler arasında bir dinamik yaratılmalı. Bir seçimler ağı yerine birbirleriyle ilişki kuran bir ağ yapmalı. Ben Bonami’ninkini görmedim, eleştiremem ama işlerin arasındaki diyalektik işlerin sayısı arttıkça kayboluyor. Bu benim kişisel fikrim.

-Peki bu sergi aracılığıyla kime ulaşmak istiyorsunuz? Venedik’e gelen turistlere mi, sanat camiasından profesyonellere mi?


Benim bildiğim şudur: bu bienaller genel halk için yapılıyor. Sanat dünyası elbette gelip tadını çıkarabilir ama bu kadar pahalıya mal olan bir şey sektördeki 2000 kişi için yapılmıyor. Evet, Venedik turistik bir kent. Binlerce turisti her an özellikle yazın ağırlıyor ama bu demek değıildir ki, turist dediğiniz insan, belinde asılı kamerasıyla bir karikatür insandır. Onun zevki ve değerleri yoktur. Venedik’e onlarca farklı derecede kültürel turist geliyor. Her birinin sanattan algıları ve beklentileri farklı. Ben bu sergiyi hem bu konuda okuyan öğrenciler, hem de kente gelen farklı insanlara yapmak istiyorum.

No comments: