İnci Eviner'le geriye doğru bakmak (Kasım 2005)

İnci Eviner’le geriye doğru bakmak.


İnci Eviner, Galeri Nev’de bu ay açılacak sergisinde “korkma sana bir şey olmaz” diyecek. Eviner, yine bu sergisinde de arızalı ergenleri, utangaç çocuklukları, duyarlılık dolu tüm izlenimlerini bizimle, ne anlattığıyla olduğu kadar nasıl anlattığını da deşifre eden bir yazar ve çizer olarak paylaşacak. Ona ait olmadığını düşündüğü sanat tarihi kazaklarını sabırlı bir tavırla sökecek. Elde ettiği eski ipliklerden de kesinlikle yeni kazaklar değil, (başımıza) yeni çoraplar örecek.


Ayşegül Sönmez



-Aksanat’ta geçtiğimiz ay Ali Akay’ın Tekinsiz konulu sergisi çok şaşırtıcıydı. Sizin uzun yıllardır temanız bu. Hep tekinsizliği anlatıyorsunuz. Çok denk düşmüş. Ne var ki Ali Akay’ın duvara yazdığı metinlerin, işlerinize denk düştüğünü söylemek mümkün değil...

Evet, ben hep tekinsiz bir ortam yaratmaya çalışıyorum. O, ortamı izleyicinin tüm savunma mekanizmalarını çökertmek üzere bir taktik olarak oluşturuyorum. Önyargıları teslimiyet için yaratılmış bir ortam. Ancak yapıtla ilişki sonradan gelişiyor.

-Bundan üç yıl önce Vasıf Kortun’un küratörlüğünü yaptığı New York Apex Art’taki sergide yer alan işiniz “Patlamaya Hazır Bomba” da yine duvar kağıtlarıyla bu savunma mekanizmalarını çökertmeyi denemiştiniz.

Duvar kağıtlarından oluşan iş, tamamen bir çevre yaratmak için tasarlanmış bir işti. İzleyiciyi sarıp sarmalayan bir işti. Tüm duvarlarda yarattığım bir ilüzyon vardı. 2001 Kasa Galeri’de üretmiştim o duvar kağıtları. Aslında farklı algılama biçimleri sunuyorum. Haince bir taktik tabii bu. Bildik, tanıdık bir yandan başlıyorum. Şok edici, şaşırtıcı teknolojik malzemelerle değil, alıştığımız domestik malzemelerle girip başka bir taraftan çıkmayı amaçlıyorum.
O yüzeyleri, izleyicinin tek tek açması gerekiyor. Bunlar katmanlar, bu katmanların hepsi belli bir mekanda ve zaman içinde, görmenin ötesine geçmek. Birçok sanatçının amacı bu zaten. Çok orijinal bir laf sayılmaz belki ama hakikaten bir anlık görmenin ve arzulamanın ötesinde ister istemez izleyiciye tuzaklar hazırlamak durumundasın.

-Domestik malzemelerinizin dışında yine geriye dönüp baktığımızda araç olarak fotoğrafı kullandığınız çok işinizi görüyoruz. Aracınız fotoğraf olunca hain taktikler adına ne değişiyor? Mesela Yapı Kredi Sanat Galerisi’ndeki 2000 tarihli Yer, Gövde, Burası sergisinden bahsedebiliriz...

Fotoğrafta da, izleyiciyle fotoğraf arasındaki mesafeyi son derece gerilimli ve problemli bir hale getirmeye çalışıyorum. Yer, Gövde, Burası sergisindeki fotoğraflarımda, son derece bildik klasik kompozisyonların tekrar ettiğini görüyoruz. Burada Piero Della Francesca’nın düzeni var neredeyse... Biraz zaman harcadığında fotoğrafların karşısında, bütün bu Rönesans bilgisinin üzerine inanılmaz acımasız bir dünya yer alıyor. Şöyle bir ironi var tabii... Rönesans resmindeki ışık konusunda kuramcılar saatlerce konuşabilirler. Burada ise Albino’ların kendi ışıkları var. İstanbul’un kendi tuhaf ışığı var. Tuhaf bir ironi. Sanat tarihinin bildiğimiz muhteşem kompozisyon düzenlemeleri, dramatik yapı burada sefaletin bir aracı oluyor.


-Aracınızın fotoğraf olduğu işlerinizin, fotoğraf işler tarihimizde özgül bir yere sahip olduğunu düşünüyorum...

Fotoğrafçı kullandım üstelik ben. Bu da çok farklı bir tavırdı. Fotoğraf malzemesi kadar fotoğrafçı da benim için araç. Fotoğrafçı değilim. Ama fotoğrafla aramdaki uzaklığı iyi tartmaya çalışıyorum. Yani bütün bunlar, nesnenin taşıyıcısı olan malzemeler. Her malzemenin bir hafızası var. Fotoğrafın da bir hafızası var. İçinde yer almadığım bir sanat tarihine bakışım son derece problematik benim. Bununla da ancak ironiyle başa çıkıyorum.
O sergideki fotoğraflar aslında, dijital bir oyun olmamasına rağmen hiper-gerçekçi görünüyorlardı. Gerçek ötesi... Aslında bu İstanbul’da hissettiğim bir şeydi.

-Gelip geçici olana tutunmak yerine takıntılı bir yönetmen profili çiziyorsunuz.

Asla kendi sınırlarını araştıran, yeni malzemelerle ilgilenen birisi değilim. Eski anlatım olanaklarının kodlarını çözmekle meşgul birisiyim. Hiç öyle bir derdim olmadı.
Fotoğrafın yepyeni bir algılanışı gibi bir derdim olmadı. Aksine fotoğrafın hafızasıyla uğraşmak isterim. Kendi tekinsiz duygumu onun içine yerleştirmek isterim. Elime aldığım her malzemenin hafızası, sanat tarihindeki karşılığı çok önemli.


-Küratör Amnon Barzel’in sanatçı residence programıyla Salzburg’da yaşadın ve ürettin. Ondan önce New York’ta bir süre yaşadınız. Nasıl deneyimlerdi bunlar? İki şehirdeki üretiminizi karşılaştırabilir misin?

Salzburg’da tamamen çıplak bir atölyede yaşıyordum. Kendimi hep bir hikaye anlatıcısı gibi hissediyorum kendimi. New york ve Salzburg’da üretimlerime baktığımda farklı hikayeler anlattığımı görüyorum. New York’taki de farklı bir şeydi. İnsanın ayağının altından kayan bir ortam vardı. Salzburg’daki tam bir yalnızlıktı doğanın içinde. Atmosfer ve insanın kendiyle baş başa kalış biçimi üretimi çok etkiliyor. Salzburg’da yaptığımla aramda olup bitenler minimale inmişti. 24 saat tamamen yapayalnız olduğum bir mekanda çalıştım. Duvarları, defter kağıtları günlük gibi kullandım. Ama New York’la yaptığım işle arama giren bir sürü problem vardı. Galeriler, işleyişleri, bugünkü sanatın sorunları... Salzburg’da ise bunların hepsi buharlaşıyordu. Yaşadığım mekan bir defter parçasına dönüştü zaman içinde. İçten ilişkiyi yeniden kurdum.

-Sanatta içtenlik mümkün mü?, bu da sık sık sorduğunuz sorulardan biri değil mi?

Benim için son derece problemli bir ilişki. Şu saatten beri içten olmak imkansızdır. Neyin sahici, neyin içten, sanatçının hangi izinin daha gerçek daha sahici olduğunu söylememiz için bir sürü yeni kavramdan bahsetmemiz gerekir. Bu hikayeleri en dolaysız nasıl anlatabilirim? Bu hikayeler beni kullanarak kendilerini nasıl gerçekleştirirler? meselesi aslında benim meselem... İki şey çok önemli yaptığım işlerde, playful ve painful olmaları... Hem çok eğlenceli hem de çok acı verici olmaları yani.

-Bir de tabii desen sizin için çok temel bir dil. Galeri Nev’deki korkma sana bir şey olmaz’da da yine desen esas mı?

Deseni desen yapayım diye yapmıyorum. Desenle düşünüyorum. Mesela kafamda canlandırmak diye bir şey yok. Desene de zaman zaman güveniyorum. Ama o bazen bildiğini okuyor. Sağ elin hafızası gibi. O zaman yolumu değiştiriyorum. Ama desende asla virtüöz olmak istemedim ve asla da istemem. Çünkü desen benim için hep aynı merakla hayata bakmanın bir yolu oldu. Benim meraklarımı besleyen ilişki kurma biçimim. İlk adımlar orada atılıyor.

-Bu sergide nasıl hikayelerle karşı karşıyız peki?

Sürekli her bakana göre şekil değiştiren hikayelerle. Sürekli yalanlanan bir hikayeyle. Onun malzemesini, boyutunu ortaya koyuyorum. Malzemenin sanat tarihine ait hafızası daima bir tuzak olarak taşınması gereken bir katman olarak izleyicinin karşısına çıkıyor.
Onun hafızasına virüs gibi yerleştiriyorum hikayeleri aslında. Buradaki süreç insana huzur veren, kompozisyon esaslarına uyuluyor. O kimyayı oluşturmam gerekiyor. Yer yer ağır meselelerden bahsetmeye çalışıyorum bir yandan o ağırlığı atmaya, resmi kendi ağırlığından kurtarmaya çalışıyorum.

No comments: