Terry Eagleton, İstanbul’a geldi. Arzın Merkezinde Buluşmalar’da konuk olan Eagleton’a Kuram ve İdeoloji konuşmasında İstanbul Belediyesi Kültür A. Ş’nin davetlisi olan sosyolog Hüsamettin Arslan eşlik etti. Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği konuşma, Arslan’ın Eagleton’ın huzurunda Türk solunu yerden yere vurduğu ve postmodern düşünürleri lanetlediği bir platform haline dönüştü...
Ayşegül Sönmez
Cemal Reşit Rey salonunu dolduranlar olarak bu buluşmadan beklentimiz aslında son derece basitti. Bu zeki Marksist düşünürün eleştiri ve kuram üzerine düşüncelerini kitaplarından biliyorduk. Bir de ağzından duymak istiyorduk. Aramızda onun son kitabını merak edenler de vardı.( Örneğin Hüseyin Alptekin, onlardan biriydi.) Açılış konuşmasını gerçekleştiren ve Eagleton’a tüm konuşması boyunca eşlik edecek sosyolog Hüsamettin Arslan’ın Eagleton karşısında ideoloji deyince sadece Türk solunu algılayacağını ve Türk solunu Eagleton’a şikayet edeceğini nereden bilebilirdik? İşte bunu hiç beklemiyorduk. Hele Arslan, sadece Türk solunu lanetlemeyip bir de Türk kimliğini ideolojinin nasıl yerlebir ettiğinden şikayet etmesi... Gerçekten Eagleton karşısında Arslan, Arslan istediği kadar Lyotard’ların olduğu bir dünyayı sevmesin, ne kadar postmodern bir roman kahramanı gibiydi. Arslan, giriş konuşmasına ideoloji denilen kavramı son derece sınırlı şekilde algıladığını belirten cümlelerle başladı. Terry Eagleton’la konuşmaya davet ettiği için İstanbul Belediyesi Kültür A.Ş’ye teşekkür etti. Kendisini Eagleton’la karşılaştırmak gibi bir çabaya girmek istemediğini belirtti:
“İdeoloji genel kurgumuzda, insanın temel kurgusunda vardır. Ontolojik yapımızda vardır. Onu bilimden ayırmak, bilimi ideolojiden ayırmak imkansızdır. Kabul etmeliyiz ki bu entelektüel çabanın büyük bir bölümü Marxist diyebileceğimiz sosyalist diyebileceğimiz çizgideki entelektüeller tarafından gerçekleştirilmiştir. İdeoloji terimini gündemimizde tutan düşünürlerin çok büyük bir bölümü sol gelenekten gelmektedirler. Bu çabanın mensuplarından biri de Terry Eagleton’dır. Kitapların tamamını okuyamadım. Türkçedekileri okudum. Onunla anlaşamıyorsam da saygı duyduğumu söylemek isterim. Konuşmamı Türkiye’yle ilgili konularla sınırlandıracağım. (...) Bana göre ideoloji, ideoloji olduğunu gizleyen şeydir. Eğer bir bilgi, fikir, yaklaşım daha baştan ideoloji olduğunu gizliyorsa o katmerli bir ideolojidir. Ve sinsi bir ideolojidir. Baştan ideoloji olduğunu gizlemektedir. Türkiye’de çok yaygın olan sosyalizmden, liberalizm ve faşizmden yaygın olan bu ideolojinin scientism olduğunu düşünüyorum. Ben buna bilimizm diyorum.”
Arslan, ideolojinin en katmerlisinin “bilimizm” olduğunu ve Türkiye’nin bu ideoloji sayesinde bozguna uğratıldığını uzun uzun, sık sık birinci tekil şahıs cümleler kurarak ifade ettikten sonra söz Eagleton’a geldi. Elbette ki Terry Eagleton, Hüsamettin Arslan’ın hangi terminolojide algılayıp anlattığı belli olmayan ideolojinin, kendini gizlediği görüşüne katılmıyordu. İdeolojilerin her zaman kendilerini gizlemediğini söyledi. İdeolojinin, görünmez olduğu zaman en derinde olduğunu, gündelik, sosyal hayatın bilinçaltında yaşamasının normal olduğuna değindi. İdeolojinin aksine iktidarın, etkin olabilmesi için kendisini gizlemesi gerektiğini ifade etti. Daha sonra sözü Edmund Burke’ün hukukçu imgesiyle ilgili tespitine getirdi. Hukuk imgesinin androjenliğine, içinde taşıdığı kadınsı ve erkeksi, hem baştan çıkarıcı, zevk verici hem de acımasız doğasına değindi. Hukukçuların bu doğa gereği uzun kadınsı kıyafetlere büründüğünü, Burke’ün tespitini alıntılayarak aktardı. Bu imge, tam bir “şiddetin tatlı haliydi ya da terörün”. Yine sözü alan Arslan, bu kez “ruhumuzun duvarlarına, kıyılarına, fiyordlarına başka kültürlerden gelme ideolojilerin nasıl çarptığını” anlatıyor, “nasıl yaşayacağız” diyerek isyan ediyordu:
“Kendi kişiliğimizle yaşamak ideoloji alarak mümkün müdür? Sosyalist faşist başka bir izmle olduğumuz şeyden başka bir şey oluyoruz. Batılı öyle değil! O kendi ürünü olan bir ideolojiyi benimsiyor. Solcuyken de arafta yaşadık. Ne kadar kendimiz kaldık? “
Arslan, konuşmasının bu bölümünde adeta öfke duyarak subjektivize ettiği ideoloji konusuna şu sözleriyle ise son noktayı koyuyordu:
“Ben ideolojiyle flört ederim ama asla aynı yatağa girmem.”
Bugün özellikle Marxist geleneğin dışında yeni Althusser’ci okumalarla, göstergebilim alanındaki farklı yaklaşımlarla tekrar tekrar üzerinde düşünülen ideoloji kavramı, bu konudaki Marxist tavrıyla bilinen bir kuramcı olan Terry Eagleton’la konuşmak üzere daha nasıl aşağı bir düzleme çekilebilirdi? Bırakın ideolojinin gündelik hayattaki transaksiyonları üzerine konuşmayı ya da Marxist terminolojideki sınıf kavramı üzerinden tanımını ya da Mannheim’cı ya da göstergebilim alanındaki farklı nitelendirilmelerini, Arslan, Eagleton’a nasıl bir ideolojiden bahsediyor olabilirdi?
Eagleton, Arslan’ın kendi kimliğinin altını bu kadar çizmesi karşısında, kuram ve ideolojiyi bir kenara bırakıp kimlik sorununa da değinmek zorunda kaldı:
“Birçok insan kimliği hakkında endişeli... Neden çünkü diger insanlar onları bu hale getirdi. Ama kimlikleri hakkında endişe duyan bu insanlar, tam kim olduklarını bildikleri bir noktaya da gelmemeliler... Hiçbirimiz tam olarak kim olduğumuzu bilebiliriz. Bu tamamen yıkıcı modern içimizle ilgili bir durum. Biz, Kartezyen düşüncenin öne sürdüğü gibi self-transparent değiliz. Biz, yaratıklarız, yabancılarız, canavarlarız. Kimlikleri hakkında endişe duyanlar öyle bir noktaya; kim olduklarının değil, bunun bir önem taşımadığı bir noktaya gelmeliler...”
Son kez sözü aldığında Arslan, yine sözü Türk soluna getirerek “Türk solu trajiktir, resmi soldur. Türk solu, resmi soldur, devlet soludur” dedi ve son olarak tüm suçu bu kez medeniyetler çarpışmasına atmayı denedi.
Eagleton bu tanımlamaya da inanmadığını bir çırpıda ifade etti. Bugün dünyanın içinde bulunduğu sefalet, açlık, savaş gibi meselelerinin kaynağının, içeriğinin kültürel nedenler olmadığını özellikle konu gereği de vurguladı. Elbette bu sorunlar aynı zamanda kültürel sorunlardı ama özellikle kültürel sorunlar değildi. Bu tek bir şeyle açıklanabilirdi: büyüdükçe agresifleşen kapitalizm. Hayatında hiç olmadığı kadar, her geçen gün daha saldırgan ve zalim olan kapitalizm...Eagleton, önümüzdeki on yılın da onun egemenliği altında geçeceğini sözlerine ekledi. Her ne kadar büyük anlatılar devrinin kapandığını iddia eden postmodern düşünürlere bir tavsiye de verdi: işte size büyük bir anlatıcı, bence bunu yeniden düşünmeliler... Konuşma, belediye görevlisinin “dinleyicilerden gelen yazılı iki soru var, onları yanıtlayabiliriz” demesiyle sona erdi. Ne var ki görevliler, konuşmanın başında sorularımızı yazılı vermemiz gerektiği konusunda bizi uyarmamıştı. Bu bir isyanı başlatacaktı çünkü sorularını hemen yazıp görevliye verenler görevlinin “maalesef vaktimiz kalmadı” uyarısıyla karşılaştı. Sadık Albayrak isimli dinleyici, “Eagleton, Arslan’ın konuşması yüzünden bizi yanlış anlayacak. Türkiye’de sınıf vardır. Hakimler vardır. İşçi sınıfı da vardır” diyerek kürsüyü basarak mikrofonu ele geçirdi. Bir Eagleton konuşması da böyle geçti. Arzın merkezinde son derece naive konuşmalarla...
No comments:
Post a Comment