Ross Lovegrove'le söyleşi(Kasım 2006)

“AKILLI ŞEYLER ÜRETMEK GEREKİYOR”

Hazırlayan: Ayşegül SÖNMEZ
Fotoğraflar: Barış Aras
Aslında o bir tercüman. Teknolojiyi ve aynı zamanda doğanın dilini, tasarımları aracılığıyla bize tercüme ediyor. Bu tercümede ise sanıldığının aksine hiçbir şey ve kimse kaybolmuyor. Ross Lovegrove, geleceğe ve insanlığa da inanıyor. Gezegene zarar vermeyen arabalar tasarlamak peşinde. En son STA teknoloji ödülünü, dünyanın önde gelen bilim adamlarıyla birlikte kazandı. Bir yandan da ‘ilk banyo tasarımlarını’ Eczacıbaşı Vitra için tasarlıyor. İster banyo ünitesi ya da air bus ister kuaför ya da parfüm şişesi, Lovegrove sınır tanımıyor. Endüstriyel ya da değil, tasarımlarında 21. yüzyılın sunduğu tüm potansiyeli teknik, kültürel ve insani açıdan gerçeğe dönüştürmeyi amaçlıyor. 3. milenyumun başında adeta post-fütürizmin tasarım alanındaki liderliğini en organik yoldan yapmayı başarıyor.

Resim altı: Airbus ve Japon Havayolları’na uçak mobilyaları, Sony’ye walkmanGuzzini’ye mutfak ürünleri, Kartell’e plastik sandalyeler, Issey Miyake’ye cilt bakımı ürünleri için ambalajlar ve saatler, Peugeot ve Mazda’ya otomobillerApple’a yeni bilgisayar çalışmaları, Olympus’a dijital fotoğraf makineleriLuceplan ve Hermes’e aydınlatmalar, Tag Heuer’e saatler ve gözlüklerLouis Vuitton’a bavullar tasarlıyor...

En son neler yaptığınızı öğrenmek ve sizi daha iyi tanımak için internette araştırma yapıyordum. Ve bir baktım ki sizinle birlikte ben de seyahat ediyorum. Siz tam anlamıyla bir göçmensiniz. Bir gün Moskova’da diğer gün Katar’da şimdi İstanbul’da farklı projelere imza atıyorsunuz. Modern zamanların tasarımcısı olmayla ilgisi var mı göçmenliğin?

Evet ben bir göçmenim. Bu bir yaşam tarzı. Ve bunun elbette avantajları ve dezavantajları var. Ben kendimi küresel bir insan olarak tanımlıyorum. Londra’da yaşıyor olabilirim ama dünyanın her tarafında çalışıyorum. Bu anlamda tasarımcı olmak göçmen olmayı gerektiriyor. Hem göçmensiniz hem de nereye gitseniz sizi tanıyorlar ve yakından takip ediyorlar...

Birçok ödülün yanı sıra en son WTA, dünya teknoloji ödülü kazandınız. Bu bir tasarımcı için ne anlama geliyor?
Çok sıra dışıydı gerçekten. Önceleri çok ciddiye almadım. Ödülü almak için San Francisco’ya gitmem gerekiyordu bir günlüğüne ve daha yeni oradaydım. Ama oraya gittiğimde inanılmaz bir sahneyle karşılaştım. Benimle birlikte orada olan insanlar dünyanın en ünlü bilim adamlarıydı. Sık sık olduğu gibi ödül veren ve törende orada olan insanlar tasarımcılar ya da mimar değillerdi. Gezegen için ne yapabiliriz? Evrenin ömrünü uzatabilir miyiz? Nasıl zararsız gıda üretebiliriz? gibi sorulara yanıt arayan bilim adamlarıydı onlar. Böyle bir dünyaya davet edilen bir tasarımcı olarak çok etkilendim.

Bu şunu gösteriyor, bir kez daha tasarım dünyasındaki melezleşmeden söz edebileceğimizi... Yani tasarım, bilim, teknoloji ve sanatı içeren melez yapılardan. Bu melezliği nasıl tarif edersiniz?

Melez ya da füzyon da diyebilirim buna. Dünyaya baktığım zaman en kötü hayat tarzının mono kültür bir hayat tarzı olduğunu görebiliyorum. Amerika buna harika bir örnek. Aynı dil, para, film, aynı coca-cola ya da aynı kot... Bu çok sıkıcı. Yaptığım son yolculukta örneğin... Venedik’ten buraya gelmek bile iki kentin kültürel köklerini, parelelliklerini ve tarih içinde yaptıkları alışverişi keşfetmek, iki kentin de ortak noktasının su olduğunu düşünmek bile çok heyecan verici. Çok nefes kesici. Venedik’te otel odamdan denize doğru bakıyordum. Şimdi biraz önce yine otel odamdan bu kez Boğaz’a doğru bakıyordum. Çok enerji veriyor bu durum bana. Yolculuklardan dolayı yorgun olmam gerekse bile böylesi bir şeyle karşılaşıyorum ve bu bana enerji veriyor.
Bütün bu birbiri ardına karşıma çıkan yeni işaretler ve yeni kimlikler üretimimi de etkiliyor. Çünkü bence statik duran insanlar, statik işler üretirler. Üretimimi direk, bir anlamda sizin de dediğiniz gibi göçmenliğim belirliyor.

Hem insanlık hem de endüstri için çalışmak ne kadar mümkündür? İkisi birbiriyle çelişmez mi?

Hayır, işte örneğin ben insanlık ve endüstri için çalışıyorum. Ben ikisi için de çalışıyorum. Çünkü artık insanlık da insana yardım etmeyen objeler olmaksızın yaşamaz. Telefonlar, lap toplar ya da airbuslar... Teknoloji artık çağdaş varoluşun bir parçası. Kim bu insanlara uzak, kuru teknolojiyi yine insanlara tercüme edecek? İşte benim yaptığım tam da bu... Benim için tüm tasarımlarımın ruhu var. Sevgi ve şefkat gibi duygusal değerler taşıyorlar.

‘Adanmış bir fütürist’ bir seferinde kendinizi böyle tanımlamışsınız...

Evet... Biyolojik ve organik değişimler toplumlarda her gün farklı bir ivme kazanıyor. Ben şu anda gelecekteyim. Zaman, statik değil. İnsan doğası merak ve anlayış içinde. Biz bir insanı klonlayabilir miyiz? diye düşünecek kadar meraklı insanoğlu. Bu nasıl bir düşünce? Bunu yapmak için uğraş veriyorlar. Belki sonucu ne olacak bilmiyorlar ama deniyorlar. Bence doğadan olan her şeyin düşündüğü ve yaptığı da doğaldır.

Sizin bu düşüncelere gelmenizde katkısı olmuş bir grup, biri ya da bir kitap var mı?
Tabii ki James Lovelock. Onun ve teorisinin hayatımda çok önemli bir etkisi oldu. İsminin içinde love olan insanlar ilginçtir çoğunlukla iyi insanlar. Mesela Armory Lovins. Lovelock, GAIA teorisinin yazarı. O bu teorisinde biyosferi sistematik organizasyon düzeylerine sahip bir organizma olarak görür.Özetle Brezilya’da bir kelebeğin kanat çırpışının buraya etkisi söz konusudur. Bu teorinin benim için anlamı çok büyük. Bu benim tasarım felsefem için bir metafor. Görünür, varolan her şeyin bir etkisi olduğu kesindir. Benim tasarımlarımda kaynak aldığım filozofi de bu...

Bir kelebek gibi dünyayı dolaşmak da bunun parçası dolayısıyla...

Çok seyahat edersen çok karşılaştırma yapabilirsin. Gezegenin kültürünü bilmeden ve keşfetmeden karşılaştırma yapman da zorlaşır. Anlayamazsın, neyin yeni olduğunu bilemezsin. Bunun farkına varamazsın.

Bir değişimin eşiğinde miyiz? Yeni ve özgün bir dönemin, sanki bunu ima ediyorsunuz...

Çok ama çok değişik bir dönemden geçiyoruz. Bu 3. milenyum meselesi var. Ben her zaman 2001’i iple çektim ve bunun benim için önemli bir başlangıç olduğunu hissettim. Mesela dün gece bir partide dört beş kişi bana ‘nasıl bu kadar genç kalıyorsunuz’ diye sordu. Benim onlara yanıtım, daha da gençleşmek istiyorum. Bu harika bir zamanlama. Ne yaptığımı, neyi yapamadığımı, neyi yapmaktan hoşlandığımı, neyi yapmaktan hoşlanmadığımı biliyorum. Nereye gittiğimi biliyorum ve insanlar artık bana güveniyor. Bir tarihim, başarıyla dolu bir belleğim var. Önümdeki 10 sene, 21. yüzyıl adına da beni çok heyecanlandırıyor. Önümdeki on yıl boyunca geçmişi kopyalayarak çok rahat edebilirim. Ama bu bana yetmez. Benim gezegende bulunma nedenim bu değil. Benim gezegende bulunma nedenim şu: ben bir modernite şampiyonuyum.

Fütürist bir tasarımcı olarak modernite başarısızlığa uğramış bir proje değil. Peki ama ya modern olmak ve tabii ki nasıl bir modern olmak?

Her zaman şunu söylerim: modern olmayı sürdürmek istiyorsan ve çoğu insan da böylesi bir değişime açıktır. Böylesi bir yeniyi kucaklama derdi taşır. Ancak neyin modern göründüğüyle, neyin modern olduğu arasında büyük bir fark vardır. Eğer bilim adamlarıyla modernite üzerine konuşacak olursanız onların formdan değil fikirlerden bahsettiğini görürsünüz. Ki bu da çok ilginç bir ayrım.
Bir tasarımcı olarak ben de fikirlerden bahsetmeyi önemsiyorum.

Mesela sizin için bir tasarımın vazgeçilmez unsurları nelerdir? Vitra için banyolardan örnek verelim...

Örneğin Vitra için bir yıkama ünitesinde de mükemmelliği yakalamaya çalışıyorum. Akıllı şeyler üretmek gerekiyor. Materyali doğru kullanmak gerekiyor. Teknoloji de ona bağlanabilsin. İnsanların hayatlarının daha iyi olmasını istiyorum. Vitra banyo, ulaşılabilir bir şey. Geçen gün defterime de yazdım. Tasarıma ulaşmalısın, onu parasal olarak da karşılayabilmelisin ve gerçekten da işlevsel açıdan onu kullanmalısın. Sadece güzel bir şey olarak orada durmamalı. Endüstride olan markalarla çalıştığın zaman bunu daha iyi anlıyorsunuz. Bunlar kullanışlı. Sonuçta endüstriyel anlamda tasarım yapmanın bence çok özel bir yeri var. Belki kulağa çok şaşalı gelmiyor ama öyle... Saygı duyuyorum,

Bununla da sınırlı kalmıyor gidip mesela Milano’da bir kuaför salonu da tasarlıyorsunuz... Ya da Katar’da bir villa...

Bu tamamen potansiyelle ilgili.

Deneyim yapma tutkusuyla ilgili değil mi daha çok?

Meydan okuyorum bana bakın kendimi tekrar etmiyorum. Binlerce sandalye yapmıyorum. Beş tane yapmışımdır. Hepsi de iyi sandalyelerdir. Müzelere girmişlerdir.

Mesela Lovenet... Onu ilk gördüğümde tasarlayanın eski bir hippie olduğunu düşünmüştüm... Günün konforuyla bir zamanların savaşma sevişinin buluşması gibi gelmişti...

Marcel’le (Wanders) yaptıklarımız gerçekten çok acayip işlerdir. Onu da birlikte yapmıştık. Çok fantastik bir adam. Benim gibi bir adam. Onunla hep organik şeyler yapmışızdır. Tasarımda varolmanın çok farklı şekli var. Ben kategorize etmeyi sevmiyorum. Venedik’te en son Jackson Pollock sergisi gördüm. Bir sabah kalktım ve kendimi çiçek resimleri yaparken buldum. İçgüdülerinize güvenmek en iyisi sürekli kendini kontrol etmektense... Bazı tasarımcılar kendilerini aşırı kontrol ediyorlar. Daha kaşif olmak gerekir tasarım adına...Geçenlerde BBC’de Tsunami felaketiyle ilgili bir belgesel program vardı. Ben de felaket yaşanmadan üç gün önce oradaydım. O belgeselde, orada bir adadan bahsedildi. Adada 5000 yıldır yaşayan halktan kimse tsunami yüzünden ölmemişti. Çünkü tsunaminin geleceğini biliyorlardı. Bunu hissetmişlerdi. Hepsi yaşamayı başardı. Hayvanlar kaçmayı becerebildi. Filler, mesela, insanları o tsunamide kurtaranlardı. Biz öyle şehirlerde yaşıyoruz ki doğayla olan ilgimizi bağımızı yitiriyoruz. Ve doğa ana, her şeyin kaynağı, o tüm güzelliğin, mantığın kaynağı.

Paris’i sevmemiş bir göçmen olarak İstanbul’u nasıl buldunuz?
Her zaman gelmeyi sevdiğim bir şehir. Çok egzotik. Bir yerden sonra yemek, giyim, küresel şehirlerde her şey birbirine benziyor ama burada hayır... İstanbul bahsettiğimiz anlamda harika bir füzyon... İnsanlara bakıyorum ve bu insanlar nereden geliyor acaba iye düşünüyorum burada. İran mı Irak mı Suriye mi... Ne kadar güzel bir kadın diyorum. Mavi gözlü, siyah saçlı...

No comments: