Taner Ceylan'la söyleşi ve Taner Ceylar resmi üzerine(Ocak 2006)

“de-compoze” bir roman sergi


Ayşegül Sönmez

“Sanatın dili bir...” diyor Taner Ceylan... Resimden ve fotoğraftan beklentilerini anlatıyor. Son sergisinin aksine bu kez günce gibi hayatını anlattığı küçük boyuttaki tuvallerinde kahramanlarını bu kez açık havada “de-compoze” ediyor. Ayrıca serginin, Mahmut Cuda resmiyle meselesi, Cuda resmiyle barışma onu çözme gibi dertleri var.


-Uzun zamandır mı Mahmut Cuda’yla ilgileniyorsun yoksa yeni yeni mi keşfettin?

Yok... Mahmut Cuda’yı ben akademi birinci sınıfta keşfettim. Ve ilk hocama söyledim. Hayattaydı o sıralar. Çok ilgimi çekmişti. Hocam beni geçiştirmişti.

-Akademizmin modernizm tarifine uymuyor çünkü Cuda’nın duruşu... Cuda, o anlamda ilerlemeyi red ediyor, “Süleyman Seyyit gibi” resim yapmayı dert ediyor bilakis...

Hiper- realist etkiyi özel bir teknikle veriyor. Bütün resimlerinde müthiş bir atmosfer var. Çiçeklerinde bir buğu var. Tuhaf bir buğu bu. Üzerine cila mı sürmüş diye bakıyorum yok. Çözmeye çalışıyorum. Gidiyorum bakıyorum resimlerine, kitaplara bakıyorum...

-Bir de tabii bu sergide Mahmut Cuda’nın yanı sıra Gerhard Richter’le bir hesaplaşman daha doğrusu bir buluşman mı oldu?

Adamın yelpazesinin genişliği çok önemli. En soyut halden en gerçekçi hale çekinmeden geçişi... Bu bir sanatçı için bir ressam için çok zor bir durum. Bir ressamın kendisini ikna etmesi zor. Gerçekçi bir resim yapıyorsun tamam onun yanında hadi soyut bir şey yapayım, ne kadar samimiyetle yapıyorsun, bırak karşındakini ikna etmek, asıl mesele bu... Öyle bir yelpazeyle kendini dünyaya kanıtlamak işte onu başarmış önemli bir adam.

-Ama onun bu tavrında, samimiyetle bir resim yapmaktan çok resmin ne olduğuna, nereden geldiğine yani resmin retoriğine ilişkin sorgulamalar bulunmuyor mu?

B bana şöyle geliyor biraz... Elide bir güaç var. İstediğim her şeyi görünür kılabilirim. Bu çok kontrolsüz bir duruma da gidebilir. Bunu ne kadar kontrolsüz bir noktaya götürebilirsin. Mesele özetle bu... Hakikaten her şeyi görünebilir yapabilirim yüzey üzerinde. Bu noktada neyi, ne kadar göstereceğim durumunda sergimin tümünü ya da resimlerimin tümünü bir romana bir hikayeye çeviriyor. A’dan Z’ye kadar tüm sergi, bir kurgu halini alıyor. Bir nokta şunu dengeliyor, bir nokta bunu dengeliyor filan... Patavatsız da işe girişebilirsin ama...
Gerçekçi resim yapan ya da yapmayan sergilere gidiyoruz ne bir kurgu var, ne bir bağlantı var. Oradan oraya oradan oraya... Çok ciddi bir şey...

Hayatımda resim yüzde elli ise yüzde elli de mistik törenlerim, ibaretlerim, inancım. Tanrı diyelim Tanrı’yla birlikteyken tüm insanlıkla olan ortak kavramlar üzerine gidiyorsun. Hissettiğim duygular ortaya çıkıyor. Güzellik, aşk, nefretinle savaşıyorsun.Ortak durumlar ortaya çıkıyor. Bunları da tuvale aktarmaya çok dikkat ediyorum. Yaptığım çiçek resmi. Bütün izleyicilerin kontak kurabileceği bir dil aslında bu çiçek. Sıradan izleyici için o çiçek resmi, bir güzellik noktası. Güzel bir şeyler hissedecek. Sert diğer resimlerle arasında bir tampon resim o resim...
Öyle ortak noktalar da oluşturmaya çalışıyorum. Resimlerim bir çok kişiye çok sert geldi. Amacım o olmadığı halde kendi yaşamım çok yumuşak, naif ve güzel ama bu güzelliği, naifliği gösterdiğim durumda bir bakıyorum ki o insanlara bir savaş alanı olarak geliyor. Resimlerim duvara asılıyken oturup seyrettim açılışta. 20 metre arkadan... Orada mesela çok ünlü gazeteciler, köşe yazarları, resimlerimi geçin geçin sapık sapık diye atladılar. O kadar hayal kırıklığına uğradım ki... O kadar saf ve masum yapılmış olmarına rağmen o etkiyi insanlar üzerinde yapmıyorlar. Hayır ben bu değilim. Ben bu tepki verdiğiniz adam değilimi. Ben gerçekten Tanrı’nın, güzelliğin ifadesine, ışık ve suya inanıyorum. Saf, masum güzel... Her şeyi kaplayan ve kapsayan... Hepimizi birleştiren noktaların peşindeyim. Bir önceki sergimde de güzellik çok önemliydi. Güzel vücutlar, güzel mekanlar... Şimdiyse daha da ortak ne var? Tüm resimlerimi ışık ve su kavramları içinde eritmeye çalıştım bu sefer.

-De-compoze niye dedin peki o zaman? Sanki hikayeci tarafınla da ironi yapıyor mu başlık?

Mesela bir önceki sergide en yakın dostlarımdan gelen eleştiri, ressam arkadaşlardan, özel hayatını insan bu kadar deşifre eder mi, olmuştu. Bir önceki sergimde, birçok şey, kurguydu. Dergi estetiğini ele almıştım. Billboardlardaki estetiği kendi hayatıma göre sorgulumak, anlamak bunların genrçek hayatta nasıldır meselesine odaklamıştım.

-Kurgu üzerinden empati yaptın...

Aynen öyle. Oradaki eleştiri de bana faturası kesildi. Bu sefer de tam tersi, deşifre neymiş, görün gibi... O anlamda kendimi parçaladım. Bütün hayatımı didik didik günce gibi hayatımda ne varsa resme aktardım. O yüzden de-compoze, bir önceki kompozisyonu de-compose, kendi hayatımı de-compose...

-Ama yine o dergi estetiği hatta billboard estetiği bu resimlerde de var. Güzel vücutlar, harika karınlar, harika bir deniz, beyaz kirlenmemiş çoraplar... Bir idealleştirme yüzgecinden geçmiş bu resimler yine... Öyle değil mi?

Güzelleştirme diyelim... İnan bana, gördüğün hepsi gerçek öyle bir durum var...

-Bu güzelleştirme operasyonunda önce fotoğraf kullanıyorsun. Önce bu kişilerin ya da durumların fotoğraflarını çekiyorsun ardından bu fotoğraflara bakarak resim yapıyorsun. İki araçtan da beklentin nedir? Fotoğraftan beklentin nedir?

Fotoğraftan beklentim çok teknik bir mesele... Bir kişiye bugün artık 4 saat boyunca modellik edebilir misin? Diye... Ayrıca kişinin bir gün değil, bir hafta boyunca modellik etmesi gerekiyor. Nasıl rica edeyim ki? Artık öyle eski günlerde yaşamıyoruz. Koşullar çok değişti. O anlamda fotoğraf benim anı dondurmam için bir araç. Yani pekala o terasa çıkıp her gün orada resmimi yaparım. Ama zaman yok. Fotoğraf gibi bir kolaylık var. Mesela fotoğrafın hatalarını tuvale aktarmak gibi bir handikap var. Fotoğraf deformasyonlar getiriyor. Verdiği ışık bazen çok fotografik oluyor. Bunları hep resimsele dönüştürmeye çalışıyorum. B uda zor bir şey...

-Fotoğraf aracılığıyla yaptığın resimden beklentin nedir peki?



Gerhard Richter, resimleştirmeden yapıyor. Siyah beyaz fotoğrafı, siyah /beyaz yapıyor. Acemice boyanmış da diyebiliyorsun. Fotoğraftan yapıldığı bilinsin isteniyor gibi bir durum var onda...


Fotoğraf bana eksik geliyor. Derinlik meselesi. Bakarak gerçekçi resim yapmak çok zor bir şey. Biliyorum ki Mahmut Cuda bunu yapmış. Cansız nesnelerle yapıyordu bunu. Bunu beceriyordu. Benim yaptığım resimlerde alanlar çok büyük. Durumlar, detaylar çok büyük. Bunu toparlamak çok zor. Eğer birebir yaparsan da beceremeyebilirsin. Fantastik bir noktaya varır iş. Fotoğraf beni dizginliyor, kadrajımı sabitliyor. Resimden beklentim, alabildiğince gerçekliği versin, güzelliğin gerçekliğini, benim gerçekliğimi versin. Hem görünen hem de mana gerçekliği olsun. Şunu çok arzuluyorum. Her şeyin bir enerjisi var. İlk Leonordo’yu gördüğüm zaman Leonordo olduğunu bilmiyordum. O kadar titremeye başladı ki vücudum... Bazı resimlerde bunu hissediyorsun. Her şeyin kendi enerjisi var. Mümkün olduğunca en büyük enerjiyi taşıyan çalışmalar yapmak istiyorum. Görüntüsünün güçlü olmasını istiyorum.


Yapma eylemi büyük bir deneyim benim için. O yapma deneyiminden sonra zaten resmim ne nereye giderse gitsin, resmi tuvale yapıyorsun ama asıl yaptığın yer ruhumun üzerini kazıyorum ben o görüntüyü. Yaptıktan sonra kime gitmiş, kim almış, hiç önemli değil her dem burada beynimde yaşıyor.

Yanılsama olarak bakmıyorum. Kendi dünyası kendi atmosferi olsun resmin. Her iki an arasında sonsuz anlara gebe bir an o.. İki hareket arası bir şey. Bütün her şeye gebe iki hareket arasındaki durum. Onu sen istediğin yere götür.
Hakikati sırlamak... Moda çekimi gibi kullanırım dediği şey aslında hakikatin gizlendiği bir an. Hakikati birebir verdiğinde saklamak gerektiğini değil, neyi saklıyorum, spor hocamı otururken fotoğrafını çektim, adamla sonsuz varyasyonda durumlar yaratır ve üretirsin. Çorabını çıkarıyor mu giyiyor mu, gelmiş mi gidiyor mu... Birilket omacak mı olmayacak mı

Fazla beyaz ama o çocuğun çorapları yaşıyşor, hayattan değilmiş gibi...


Taner Ceylan’ın foto-erotizmi

Taner Ceylan’ın De-compoze başlıklı sergisi, sanatçının çektiği fotoğraflardan ürettiği bir seri tuval resminden oluşuyor. Ceylan, bir kez daha resimden yana tavrını ortaya koymakta sakınca görmüyor.


Ayşegül Sönmez

Moda deyişle bir sanatçının alt kimliği eşcinsel, üst kimliği ise ressam olabilir mi? Yoksa tam tersi mi söz konusudur? Taner Ceylan’ın resmini değerlendirmek Ceylan’ın cinsel kimliğine göre resmini değerlendirmekten daha geçerli gibi geliyor. Ceylan’ın son sergisinde bir seri, günce gibi tasarlanmış resimle karşı karşıyayız. Bu resimler, sanatçının özel hayatına dair kişilere, kendine göre dondurduğu ve aktarmayı seçtiği anlara ilişkin resimler. Büyük bir ışığın altında aydınlanan bu resimler, ressamın ışık aracılığıyla görünür kılmaya çalıştığı gerçeğin ne olabileceğine dair izleyiciyi düşündürüyor. Her şeyden önce adeta moda dergilerinden Ceylan’ın küçük tuvallerine beyaz kirlenmemiş çoraplarıyla, yüzücü güçlü kaslarıyla konan bu bedenleri yıkayan bu ışığın kaynağının ne olduğu üzerine düşündürüyor.
Büyük bir tuzak da pusuda yine izleyiciyi bekliyor.
Bu ışık kaynağı, fotoğraftan resim yapan Ceylan’ın fotoğrafın temsil gücüne ilişkin bir sorgulamasını mı yansıtıyor? Yoksa fotoğraftan resim yapan Ceylan’ın kendi ışığını kendi belirlediği oranda kendini ressam hissederek ürettiği bir seri tuvali mi?
Taner Ceylan’ın bugüne kadar ürettiği erkek çıplaklığı üzerine resimleri eşcinsel bir ressam olduğunu ilan etmekten çok ressamca bir tavrın bayraktarlığını üstlendiğini gösteriyor.
Sanat tarihçi Antmen tarafından eşcinsellik adına yeterince cesur bulunmayan resimler, aslında Ceylan’ın eşcinsel bir resmin değil, resmin peşinde olduğunu göstermiyor mu? Ceylan’ın moda dergilerindeki ideal vücutları andıran bedenleri, moda çekimlerindeki burjuja mekanları andıran mekanları, popüler eşcinsel estetiğine hizmetten çok resmin kendi retoriğine ilişkin bir dizi seçimi de beraberinde taşımıyor mu?
Çünkü Ceylan’ın çıplakları, her ne kadar çıplak ve kusursuz olsalar da, imge ile göz arasında açılan bir derinliğe hizmet ediyorlar. Gözü, fotoğraf olsa büyük bir afiyetle doyuracak imgeler, küçük tuvallerde resim olarak yerlerini aldıklarında ve ressam tarafından belirlenen ışıkla aydınlatıldıklarında reklam sahnelerindeki stratejileri uygulamaktan çok resmin kendi gerçeğine bulanıp bu gerçeği bulandırıyorlar.
Fotoğraftan resim yapan Ceylan, derinliği ve gölgeyi, imgesine, imgesinin fotoğrafta göründüğü gibi yerleştirmeyerek, kendi gölgesini ve derinliğini resme yerleştirdiği oranda otobiyografik imgesinin/hikayesinin üzerini kapatıyor. Böylelikle Ceylan’ın çıplak bedenleri, giyinik bir hal alıyor. Derinliği ve gölgeyi, imge mekanına yerleştirirken görülebilir bir çıplaklığın, onunla özdeşliğin izini ve daha fazlasını sürmeyi bu yüzden fazlasıyla başarıyor.
Taner Ceylan’ın, ressamın görünür kıldığı çıplaklık, ulaşılmaz/imkansız bir çıplaklık. Dolayısıyla bizi, ressamın özel hayatına ilişkin röntgenci durumuna sokmaktan çok özel hayatın dokunulmazlığına ve seçiminin kendi özgür iradesine ilişkin mesafeyi ortaya koyuyor. Öte yandan aşkın bir ana işaret ediyorlar. Ceylan’ın imgeleri böylelikle çifte varoluyorlar. Dolayısıyla aslında Taner Ceylan’ın resimleri, pornografik ve tipik değil. Gözle bakışı özdeşleştirmeyen bir bakışım alanı yaratıyorlar. Dijital, fotografik görsel imge bombardımanı altında kaldığımız, dergilerden fırlayan gerçekçi ideal bedenlerin altında ezildiğimiz şu zamanlarda, ressamın tavrı, bu estetik üzerinden kendini ve seçimini perdelemekten geçiyor. Kendini, kimliğini, özgürlüğünü, anını, moda dergilerindeki görüntüleri andıran bir görsellikle perdelediği anda göze getiren, göze getirdiği anda perdeleyen bir estetik bu. Her ne kadar Ceylan, Türk resminde Mahmut Cuda resmini çözme, bu resmin devamını getirme gibi bir misyonu üstlendiğini söylese de, Ceylan’ın resimleri bu anlamda Darüşşafakalı Ressamları akla getiriyor. Adnan Çoker ve Turan Erol tarafından fotoğraftan çalıştıkları ortaya çıkarılan Darüşşafakılı ressamları. Turan Erol’un deyişiyle onların resimlerinde “her şey sonsuza değin aynı ışık kaynağından aynı derece payını alır. Bu dünyada ne sonbahar olur, ne kış. Her şey orada dolaylı bir ilkbahar ışığı içinde sonsuza değin uykuya dalmış görünür.” İşte Ceylan’ın da güncesi, özel hayatı, cinsel kimliği, bu ışık kaynağının altında gözlerimizi kamaştırıyor. Gözlerimizi doyurmuyor aksine iyi görmemizi engelliyor.

No comments: