Kutluğ Ataman Milliyet Sanat 2006

Modern hayatın filmcisi

Kutluğ Ataman, sıra dışı kişiliklerle sıra dışı yakınlaşan ve bu yakınlaşmanın hikayesini hikayeci olmadan anlatan sıra dışı bir video filmci... Sinema filmlerinin yanı sıra bu video filmleriyle dünyanın en parlak çağdaş sanatçıları arasında anılıyor. Ödül üzerine ödül kazanıyor. Varsın Turner Ödülü’nü kazanmasın, 2005 Carnegie ödülü sahibi. İşte video filmleri üzerinden bir modern hayatın filmci portresi.

Her ne kadar Elle dergisinin Nisan sayısına “Ben Erzincanlıyım” dese de Kutluğ Ataman, 1961 İstanbul doğumlu. Galatasaray Lisesi mezunu. Mimar Sinan ve Sorbonne Üniversitesi’nde sinema eğitimi gördü. 1980lerin ortalarında California Üniversitesi’nde sinema ve çağdaş sanat okudu. 1985 yılında yönettiği ‘Hansel ve Gretel’ adlı kısa filmiyle Peter Stark Prodüksiyon bursunu kazandı. Paris Centre de la Recherche Cinematographique’deki akademik araştırmalarıyla Charles Boyer ödülüne layık görüldü. Torino Oberhausen’de gösterilen ‘La Fuga’ adlı kısa filmiyle 1988’deki New York Uluslararası Film Sergisi’nde birincilik kazandı. Film ayrıca, Washington DC’deki Cine Yarışması’nda ‘Altın Kartal-En İyi Film’, 1989’daki Chicago Film Festivali’nde de özel ödüle layık görüldü. ‘Leyla of Mist’ adlı senaryosuyla ‘Harry Kumitz Yaratıcılık Ödülü’nü aldı. Ataman’ın senaryosunu yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film ‘Karanlık Sular’. 1994 yapımı filmde, soyunu devam ettirmek için evlilik dışı çocuk doğuran bir kadının, çocuğunu deniz kazasında kaybettikten sonra yaşadıkları anlatılıyordu. Film, 7. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde ‘Seçiciler Kurulu Özel Ödülü’nü kazandı.1999’da ‘Lola ve Bilidikid’i yöneten Ataman, filmin senaryosunu da kaleme aldı. Uluslararası Berlin Film Festivali Panorama Bölümü’nün açılış filmi olan ve eşcinsellerin yaşamını konu alan yapım, 1999’daki İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde ‘Hürriyet Halk Ödülü’ layık görüldü. Bu filmdeki performansı ile 12. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü kazanan sanatçı, 1999’da beyazperdeye aktarılan ‘Home Page’ adlı filmin yapımcılığını üstlendi . Ve sonra Ataman, video film yapmaya başladı. Filmleriyle yakaladığı başarıyı, kısa zamanda video projeleriyle de katladı.
Ataman, hep sıra dışı insanları çekiyor. Nedeni var aslında. Nedeni şu: çünkü o Semiha Berksoy, Veronica Read, Stefan Naumann gibi sıra dışı kişilikleri kendi kişiliğinin uzantıları olarak görüyor. Onlarla bir şekilde buluşuyor. Ve onların bu sıra dışı özelliklerini anlatan filmler yapıyor. Örneğin kült insan, opera sanatçımız Semiha Berksoy, güve ve kurt koleksiyoneri Berlinli dişçi Stefan Naumann ya da “İngiltere Ulusal Bitki Soğanı Koleksiyonu” sahibi Veronica Read. Kutluğ Ataman’ın en büyük özelliği Uluslararası Carnegie Bienali’nin küratörü Laura Hoptman’ın da dediği gibi “kimi çekerse çeksin onu nesnelleştirmiyor...” O öznesini satmıyor. Onu koruyor. Onun sıra dışı özellikleri aracılığıyla/yüzünden ondan faydalanmıyor. Bilakis onun sıra dışılığına kamerası, gözü aracılığıyla kol kanat geriyor. Kendisi de bunun farkında olacak, bir röportajında şöyle diyor:
“Benim yaptığım, bu insanları gösterip, işi şova dönüştürmek değil. Beni o kişiyle çalışmaya itecek tek neden, onda kendimi görmem oluyor.”
Semiha b. unplugged
Onu video filmci olarak ilk olarak semiha b. unplugged’la tanıdık. Türkiye’ye daha yeni geldiği dönemde yaptığı bu filmde Ataman’ın kamerasına, Semiha Berksoy, kendi kişisel tarihi aracılığıyla Türkiye’yi anlatıyordu. O’nun “Türkiye”sini... 1997 yılında gerçekleşen bu projede Ataman aslında hem kişisel hem de politik olmanın ne kadar mümkün olduğunu anlatıyordu özetle. Ataman da, onun sanat nesnesinin öznesi Semiha Berksoy da, semiha b. unplugged filmi aracılığıyla şöyle diyorlardı:
“Sanat, bir politikadır. Bizim politikamız sanatımız...”
Semiha B. unplugged Türkiye’de gösterime girdiğinde, bu filmin bir belgesel olup olmadığı çok tartışılmıştı. Peki Semiha B. unplugged bir belgesel miydi? Değildi... Çünkü Ataman, öznesinin doğruları sadece doğruları söyleyip söylemediğini kontrol etmemiş. Berksoy, ne anlattıysa, onu yazmıştı. Projenin onu çeken yanı da buydu. Berksoy, kendi gerçeğini kamera önünde yaratmıştı. Ataman’ın da filmi çekme amacı, “Semiha Berksoy’un propoganda makinesine hizmet etmek değil”di. Ataman’ın bu olağanüstü öznesini korumasına, bunu da kamera gibi sadece gerçek ve en gerçek seven bir mediumla yapmasına daha çok tanık olacaktık. Semiha B. unplugged bir başlangıçtı. Kameranın da bir ruhu vardı... Ve bu ruhlar, hangi acayip ruhu gözlemleyecekse ona göre çoğalacak, onu saracak, bizi de sarmalayacaktı...
Peruk takan kadınlar
Ataman, 1999 yılında Venedik Bienali’ne davet edilen ilk Türk sanatçısı oldu. Bienale “Peruk Takan Kadınlar” adlı video filmiyle katıldı. Bu filmde de yine kendi otoportresini aktarıyordu. Polisten kaçmmak için sarı perukla gizlenen Hostes Leyla ya da kimliği gizli türbanlı kızın yaşadıkları, Ataman’ın Galatasaray Lisesi yıllarına ilişkin paralellikler taşıyordu. Peruk takan kadınların hikayesi bu yüzden Ataman’ı hipnotize etmiş, Ataman, onları kamerasıyla korumaya almıştı. Trajik öyküleriyle peruk takan kadınlar, onun yıldızlarıydı. Yıldızlar, neden peruk taktıklarını anlatırken Ataman sayesinde yıldızlar kadar özgürdü...
Ruhuma Asla
Ataman, bu üç kadın ve bir transseksüelin öykülerini anlattığı belgesel videosu "Peruk Takan Kadınlar"dan sonra ilk kez New York’ta gösterilen ve bizim basınımızca “porno” film damgasını yiyen "Ruhuma Asla"sını gerçekleştirdi. Daha sonra İstanbul Yaya Sergileri 1’de gösterilecek Ruhuma Asla, sanılanın ve yazılanların aksine bir porno film değildi. Bazı Türk filmlerinin “bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla” repliğinden yola çıkıyordu. Kahramanın travesti olması, filmin de aslında travesti olduğuna işaret ediyor. Hiçbir şey gerçek kalamıyordu. Bu da Ataman’ın diğer işleri gibi kişisel olan politiktir sloganını akla getiriyor. Porno seyretme niyetiyle sinemaya gelen kişinin suratına bir tokat atıp hayatı gösteriyor. Kurmacayı bitirdiği gibi gerçek’e start veriyordu.
Veronica Read’in 4 mevsimi
Kutluğ Ataman’ın kamerayla nasıl konuştuğunu gösteren filmler burada bitmiyordu. Ataman, farklı insanlar, “ötekiler” tarafından hipnotize edildikçe, yeni filmler ortaya çıkıyordu. 2002 yılında Kutluğ Ataman, dünyanın en önemli plastik sanat sergilerinden biri olan, beş yılda bir yapılan Documenta 11’in 5. Platformu’na ‘The 4 Seasons of Veronica Read’ (Veronica Read’in 4 Mevsimi) isimli çalışmasıyla katıldı. Bayan Read, 4 mevsim boyunca kendini yenilemeyi başaran bitki soğanları yetiştiricisi, “İngiltere Ulusal Bitki Soğanı Koleksiyonu” sahibi olarak Ataman’a ilham veriyordu. Sürekli ağlayan huzursuz bir çocukken, annesinin bahçede ona verdiği özel yerde orkide yetiştiren Ataman, büyüdüğünde Bayan Read sayesinde bu merakını tekrar hatırlıyor. Bu hatırlayışın verdiği kolaylıkla, tutkulu insan Bayan Read’in portresini, bir video heykel olarak bir kez daha yontuyordu. Renkli nergis yaprağı takıntılı Veronica Read’in video yerleştirmesi, beş büyük ekrandan izleyiciyi, o istediği ölçüde, kuşatıyordu. Bu Ataman’ın tercihiydi. Ataman, video filmlerinin baştan sonuna kadar izlenmesi taraftarı değildi. “Bir an bir şey hissettirmek... İzleyici isterse tekrar ona dönebilir”di.
1+1= 1
1+1= 1 adlı işindeyse Ataman bu kez, Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında geçen bir öykü anlatıyordu. Senaryo, Ataman’ın Neşe Yaşin ile olan sohbetleri sonucunda ortaya çıkmış. Onun Ataman’a anlattığı hikâyeler, çocukluk anıları ve kitabı.filmin kaynağını oluşturmuştu. Kıbrıs meselesiyle Türkiye'de yaşayan herkes kadar ilgilenen Ataman’ın 1 + 1 = 1 adlı video işinde, Neşe Yaşin’in duble hayatına tanık oluyorduk. Neşe Yaşin’i, kişisel tarihi üzerinden ikizleştirirek adeta kendi kendisiyle konuşturan Ataman, Yaşin’i sadece konuşturarak, onun kendisini, kendi kişisel anıları üzerinden gerçekleştiriyordu.

Küba
2003 yılında The Observer onu 2003 yılının en çok parlayacak sanatçısı seçti. Ardından Pittsburgh Carnegie Ödülü’nü bit pazarından aldığı televizyonlardan oluşan Küba adlı video yerleştirmesiyle kazandı. Çalışması ile ABD’nin en önemli sanat ödüllerinden biri olan Carnegie Ödülü’nü kazanan Kutluğ Ataman’ın, İstanbul-Merter’de Küba mahallesi olarak tanımladığı bölgede 40 kişiyle yaptığı söyleşileri konu alan sergisi, 22 Mart’ta Londra’da, 21-31 New Oxford Street WC1 adresinde bulunan The Sorting Office’te açıldı. The Guardian gazetesi, geçtiğimiz haftalarda Ataman’la yapılmış uzun bir söyleşiye yer verdi. Merter’de yer alan ‘Küba’ adlı mahalleyi, İstanbul’un kuzeybatısında yer alan Kürtler’in yaşadığı fakir bir bölge olarak aktaran Ataman, projesinde her zaman olduğu gibi burada yaşayan insanların hikayelerine yer veriyor. Sergilenen çalışmasında, sanatçının 56 kişiyle üç yıl içinde yaptığı görüşmelerden 40 tanesi, bitpazarından alınmış 40 televizyonda gösteriliyor. Toplamı 40 saati bulan ve 40 ayrı monitörden izlenebilen projede yer verilen kişiler, Küba’da yaşamaktan mutlu olduklarını anlatırken yaşadıkları problemlere de değiniyorlar. Ataman, bu projesini “Türkler sergisine karşı Kürtler sergisi” olarak tanımlıyor.
Eğer toparlarsak, Kutluğ Ataman’ı, bilinmeyen, görülmedik, duyulmadık öteki arzu ve fantazi coğrafyalarının kaşifi olarak tanımlayabiliriz. Onun video filmlerinde hep bu “öteki” arzunun, koordinatlarını sunduğunu, herhangi bir şeyin arzulanmasını sağlayan çerçeveyi kamera aracılığıyla, kamerayla konuşarak inşa ettiğini görüyoruz. Bu inşa, fantezinin kendisi aynı zamanda. Onun bize aktardığı fantezi, hem arzuyu koordine eden çerçeve, hem de Ataman’ın gerçeğin ne olduğu sorusuna verdiği kişisel bir yanıt. Öznelerine sonuna kadar özne olma/kalma hakkını /imkanını tanıyan ve bunun için gerekli mekanı kendi kadrajları ve projeksiyonları aracılığıyla kuran Ataman’ın her video yerleştirmesinde, “anlık olan ve geçip giden ile sonsuz olan ve değişmeyenin birlikteliği” değil mi söz konusu olan? Ataman, bu yüzden “modern hayatın filmci”si değil mi? Hayatın filmcisi, hayatın kendisinin, kendi hayatının...