Picasso'nun modernliği

Onun modernliğinin başladığı yerde Türk modernliği bitmiyor muydu? Aslında ilk kez İstanbul’da Sabancı Müzesi’nde sergilenen Picasso resimleri, bu çarpışan modernlikleri birbiriyle gecikmiş şekilde barıştırma ve bir! kılma gayretine mi sahip ?

Ayşegül Sönmez



SSM’de açılan ve şehrin dört bir yanını saran afişleriyle Picasso sergisi, Türkiye’ye Avrupa’nın kapısını açan altın bir anahtar olabilir mi diye yabancı basına yazılar yazdırıyor. Sergiyi Güler Sabancı basın toplantısında “Türkiye modernliğin ve Batı’nın bir parçasıdır” diyerek açıyor. Ve yine Güler Sabancı, “Demokratik Batı’ya dönmüş bir Türkiye’de Picasso’yu seyretmenin” önemini vurguluyor. Öte yandan torun Bernard-Ruiz’nun açıklaması ilginç: Ruiz, Türk uygarlığını, Moğolistan ve Çin gibi kültür yerleri olarak gördüğünü belirtiyor ve şöyle diyor: “Türkiye’nin, New York ve Avrupa’daki pek çok ülkeyle aynı seviyede olduğuna inanıyorum”. Peki gerçekten tek bir moderniteden bahsedildiği gibi tek bir modernlik öyküsünde modernist Picasso’yu ve Türkiye modernlerini toparlamak bir araya getirmek mümkün müdür? Böylelikle tek bir modernizm öyküsünden ve ülküsünden söz etmek...

Oysa Batı’da yaşanan modernizmin karakteristiklerini, dönemini gün ve tarih olarak saptamak imkansızdır. Konuyu bu kadar tartışılır ve sonra da post kılan da budur zaten... Bir lastik gibi uzatılabilmesinde, zaman geçtikçe farklı ayrıntıların farklı manalar kazanmasında farklı manaları yitirmesindedir. Ama yine de modernizm, genel olarak resimde temsil tarzlarında, romanda geleneksel anlatı tekniklerinde, müzikte standart tonal sistemde, dansta klasik bale hareketlerinde ve geleneksel mimari biçimlerinde derin bir üslupsal dağılmanın yaşandığı 1880-1930 dönemiyle sınırlandırılabilir. Fakat modernizmin karakteristiklerini ve dönemini saptamak zor olduğu gibi modernizme yol açan toplumsal ve kültürel güçleri saptamak da aynı şekilde zordur. Pek çok tarihçiye göre modernizm Batı’da 19. yüzyıl sonlarındaki hızlı sanayileşme ve şehirleşmeye yani sınırsız ilerleme inancıyla birlikte dünyayı saran paradoksal aşırılıklara, parçalanmalara karşı sanatsal tepkilerdir. Ama bu modernizmin onlarca yüzünden birisidir... Yüzyıla damgasını vuran ve “Picasso İstanbul’da” başlığı altında Sabancı Holding’in desteğiyle Fudacion Almine Bernard Ruiz-Picasso para el Arte’nin işbirliğiyle Sabancı Müzesi’nde ağırladığımız Picasso’yla da modernizmin tarihi başlatılabilir. Onun 1907 yılında yaptığı Avignon’lu Kadınları’yla... Picasso’nun modernliği, bağımsız bir alan olarak güzel sanattan haberi bile olmayan kültürler tarafından üretilen sanatları keşfiyle açıklanabilir. Afrikalıların ritüel maskeleri ya da fetiş figülerinin Picasso tarafından asimile edilişi, 1907’de sanatçının Les Demoiselles d’Avignon, Avignon’lu kadınları yaparak bir tarih yazmasını sağlar. Aynı dönem bizim coğrafyamızda meşrutiyetin ilan edildiği ve hızla kültürel alanda modernleşmenin yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemde, devlet, Avrupa’ya her daldan öğrenci göndermek için yarışmalar açar. O dönemden itibaren Batılı anlamda resim öğrenmek ve güzel sanatları bağımsız bir sanat olarak var etmek üzere
Hikmet Onat ve İbrahim Çallı, Paris’e yollanır. Nazmi Ziya da oradadır. Avni Lifij ve Feyhaman da... Meşrutiyet döneminin ressamları, Ecole Nationale des Beaux-Arts’da, Cormon’un atölyesinde, Julian akademisinde çalışırlar. Jean-Paul Laurens’in öğrencisi olurlar. Bu ressamların, Paris çalışmaları 1910-1914 arası sürer. Birinci Dünya Savaşı 1914’te patlak verince her biri Türkiye’ye döner.
1933 yılında Akademiye müdür olarak atanan Burhan Toprak, bu kuşağı şöyle değerlendirir: “Öğrenime gittikleri vakit Paris’te yeni gerçekleri seçemediler. Matisse, Cezanne’ı bir usta olarak ilan etmiş ve Fauvesların başı sayılmıştı. Bundan sonra kübizm, ekspresyonizm... gibi daha neler gelmedi. Oysa 1910-1914 arasında bu çerçevede yaşadılar ve bu kaynaşan dünyadan bize hiçbir haber getirmediler.” Peki “dünyadan haber getirmeyen kuşak”tan İbrahim Çallı, döneme damgasını vuran Picasso hakkında ne düşünmektedir? Yıllar sonra ressam Özdemir Altan, hocası İbrahim Çallı için şöyle diyerek bu konuya açıklık getirecektir:
“Çallı, Picasso’ya İspanyol nezlesi derdi. Picasso’yu dünyayı saran bir baş belası olarak görürdü.”
Çallı kuşağı, Avrupa’yı yakalamak/ kaydetmek/Türkiye’ye getirmek üzere Avrupa’ya “gönderilen”, ne var ki orada yaşanmakta olan 20. yüzyıl başı modernizminin dada, ekspresyonizm, sürrealizm gibi uygarlık eleştirisi yapan ya da fütürizm gibi moderniteye methiyelerde bulunan iki zıt yüzüyle de tanışmadan geri gelecek ilk modern kuşak olarak Türk resim sanatı tarihine damgasını vurur. Çallı kuşağı, bundan sonra tekrarlanacak bir döngünün de ilk halkasını oluşturacaktır. Batı modernitesiyle ve dolayısıyla onu zaman zaman kucaklayan zaman döven modernizmiyle de karşılaşmayan ilk Türk modernistleri, tek bir modern sanat öyküsü olmadığının da altını çizmemizi sağlarlar. 20. yüzyıl dünya tarihinin yaratıcılık açısından en ilginç döneminde Batı’da bulunan Çallı kuşağı’nın Picasso’nun Avignon Kadınları’yla çakışmaması, Çallı Kuşağı’nın Picasso’nun Avignon Kadınları’nı yaparken keşfettiği ve ilham aldığı Afrikalıların ritüel maskeleri ya da fetiş figürleri gibi bağımsız bir alan olarak güzel sanattan haberi bile olmayan “öteki” kültürden geliyor olmalarıyla açıklanamaz mı? Bugün SSM’deki Picasso sergisi, aslında bu ilahi soruya yanıt aramaktan çok bu çarpışan modernlikleri tek bir hikayede buluşturmaya özeniyor. Ne var ki bugün modernizmin cazibesi, hikayeyi çeşitli ve çelişkili kılan öğelerinde...
Picasso’nun modernliğinin başladığı yerde- bağımsız bir sanat olarak güzel sanatlarını tanımayan öteki kültürü kendi kültürüne sokmak- bizim modernliğimizin –bağımsız bir sanat olarak güzel sanatları inşa etmek- bitmesinde olduğu gibi...Yani Avrupa Birliği’ne bizi sokacak olan, Picasso’ya rağmen modernliğiyle Türkiye’dir. 20. yüzyıl başında “öteki”yi tanıyan ve seviye olarak kendiyle eşdeğer değil, kendiyle bir gören Picasso’nun modernliğiyle çarpışan, II. Meşrutiyet’le birlikte hat sanatını ya da diğer geleneksel sanatlarını terk ederek kendi güzel ve bağımsız sanatını inşa edişindeki modernlik öyküsüyle Türkiye’dir.

No comments: