Bir olasılık olarak resim
Geçtiğimiz hafta içinde açılan iki ayrı sergi, resim yapma eyleminin bugün aldığı anlamı sorguluyor.
Ayşegül Sönmez
Alvin Toffler, Üçüncü Dalga adlı kitabında teknolojinin hayatımızı nasıl kuşattığına dikkat çeker ve bunun sonucunu açıklar:
“Tekno-küredeki ve enfo-küredeki büyük değişiklikler aynı yönde yol alarak malları üretme tarzımızı değiştiriyor. Geleneksel kitlesel üretmenin ötesine hızla geçerek gelişkin bir kitlesel ürünler ve kitleselliği bozulmuş ürünler karmasına ulaşıyoruz. Bu çabanın nihai amacı şimdi apaçık ortada: Bütünsel, kesintisiz akış süreçlerinde, gitgide tüketicinin doğrudan denetiminde hazırlanmış olan, tamamen müşterinin isteğine uygun malların üretilmesi... “ Bugün, pek çok düşünüre göre bilgisayar sanayisi bir mono-kültür yarattıysa bunu IBM’e borçlu. Çünkü IBM, tek bir bütünleşmiş aygıtın imalatçısı değil, tüketiciye kendi isteklerine uygun bir sistem kurmasına fırsat veren parçaları kolektif olarak arz eden bir bilgisayar şirketleri topluluğunun örgütleyici bir merkezi. Bu yüzden yine pek çok düşünüre göre bilgisayar, Marx’ın zanaatkar aleti tanımını karşılayan bir makine. Bu anlamda “kullanıcının üretim kapasitesine yanıt veren ve bu kapasiteyi genişleten bir araç”. Peki böylesi bir araç, dünyanın en eski eylemlerinden biri olan resim yaparken nasıl araçsallaştırılabilinir? İki araç, birbirini yer, ortada bir araç kalmaz mı? Ya da biri, diğerinin geleneğini, bütün bir tarihini dönüştürmesine olanak tanıdığı bir zemin mi yaratır? Zanatkar alet bilgisayarsa, resmin retoriği üzerinde bizi düşündürecek ve düşündürecek sonsuz olasılıklar yaratmaya itecek midir? İşte geçtiğimiz hafta açılan iki sergi, resmin dijital çağda anlamı üzerine bizi düşünmeye çağırıyor. Sergilerden ilki, Adnan Yıldız’ın küratörlüğünde Kasa Galeri’de gerçekleşen Sonsuz Olasılıklar sergisi. Yıldız, resmi mobil bir entite olarak konumlandırmaya, onun bir olasılık olarak tuvalde ya da bilgisayar ekranında kazandığı ve kaybettiği değerleri sorgulamayı deniyor. Sonsuz olasılıklardan biri olarak resmin yazgısını tartışmaya açıyor. Büyük dönüşümünün yol açtığı küçük anlatılara imkan sağlayıp sağlayamayacağını soruyor... Yıldız, sergisinin tanıtım yazısında şöyle diyor:
“ Tasarım, moda veya reklamcılığın bir öğesi olarak kullanılan resimsel imge, hala bir resim olarak kabul edilebilir mi? Bir resmi ne sanat eseri yapar? Bugün resim yapanların direnme noktası belli bir alana özgü bir orgazm hiss yaratmak mı? Yoksa orgazmik bir alan yaratmak mı? Biliyoruz ki resim, üzerine devasa sergiler ve spekülatif öngörüler eşliğinde yapılan bütün o küratöryal beyanatlar hiç de uzun ömürlü olmuyor. Ama resim yaşıyor. İhtiyaç duyduğumuz şey abartılar, zinde bir bakış açısı içeren her tür olasılık. Günümüzde kendini sanal/dijital forma dönüştürmeyen hiçbir şey, hayatta kalmıyor. Resim ise dönüşümleri esnasında gelenekleri koruyor. Sınırsız olasılıklar, photo-shop(dijital yazılım), blog/cu/lar, web siteleri ve dijital müzeler/arşivler çağında, bu işlere tekrar bakmaya davet eden bir alıştırma. Ve soruları da şunlar: Resim hayatta kalacak mı? Öyleyse nasıl?”
Küratör Yıldız, resmin yazgısına ilişkin soru sorduğu sergi alanında, EPPR isminde serginin araştırma sürecine paralel, farklı alanlardan pek çok profesyonelin katıldığı, sergi boyunca gelişecek ve üretimin serginin bir duvarına yansıyacağı disiplinlerarası bir proje de kurmuş. Serginin Yıldız’ın deyimiyle “mobil bir entite olarak” resmin olanaklarını araştıran sanatçıları ise EPPR’ın dışında Gökçen Cabadan ve Marcel Van Eeden... Cabadan’ın tuval üzerine yanan Ikea ve mükemmel çocuk imgeleri, resmin kaybettiği tüm anlamların, modernite üzerinden çözülüşünü anlatmayı deneyen imgeler. Akla hemen Made in Leipzig sergisi sonucu, bugün New York’a da sıçrayan Neo Rauch, Wolfram Ebersbach, Sighard Gille ve Arno Rink’in yetiştirdiği genç Leipzig’li ressamlardan Ulf Puder’ın resimlerini getiriyor. Son derece küresel bir marka olan Ikea’nın yanışını sahneleyen Cabadan, modernliğin bir sembolü olan markadan öc almak istiyor. Ne var ki Cabadan’ın Mükemmel Çocuk’u da, Yanan İkea’sı da tıpkı ithal Ikea mobilyalarının kendisi gibi hayli ithal görünüyor. Bu yüzden ister istemez Cabadan’ın resimlerinin ithal olmayan, yerli versiyonunlarını bu sergide buraya çağırmak gerekiyor. Mesela geçtiğimiz yıl Hakan Gürsoytrak’ın Evin Sanat Galerisi’nde açtığı Maarif başlıklı sergisindeki Final resmini... Gürsoytrak, pastel ve kuru boya farkıyla beceriksizce Final dergisi reklamı imgesini yeniden ürettiği resminde, Türkiye’de Final dergisinin ve imgesinin garantilediği tüm gelecek günler idealini çökertme yoluna gitmiş ve bunu başarmıştı. Ama Cabadan’ın resimleri, bu anlamda, eleştirdiği standartları çökertme ihtimali, resmin direnme gücünü içinde barındırmıyor. Sergideki, Eeden’in karakalem günceleri ise ilginç bir deneyimi içinde taşıyor. Zanaatın öne çıktığı çalışmalar, içinde yaşadığımız görüntü çoğaltma çağının hızına inat bir kaydetme biçiminin nasıl bir ifade gücü taşıdığını vurguluyor. EPPR ekranı ise bilgisayar ekranının tıpkı televizyon ekranı gibi tuval yerine nasıl geçebileceğini araştırıyor. Sonuç, sonsuz olasılıklar adına bir avuç alıştırmadan ibaret. Yeni açılan bir başka sergide ise bu konudaki alıştırmalarımıza devam etmek mümkün. Serkan Adın’ın Galeri x-ist’te açtığı Farklı Kaydet başlıklı sergisi adını isminden de hemen anlaşılacağı gibi bilgisayar ekranında gördüğümüz herhangi bir- görsel ya da değil- içerik’i kaydetmek için kullandığımız bir komuttan alıyor. Bu komutla çoğalan içerik’i, Adın, bu kez tuval üzerinde çoğaltmaya çalışmış. Sergideki tüm dijital imgeleri çağrıştıran imgeler, bilgisayar ekranının yerini tuval aldığında ortaya çıkacak engeller üzerine egzersiz yapmamızı sağlıyor. Belki de aracısı olan resmi, dijital görselliklerle olan kavgasında yendirmeye çalışan işler bunlar. Lakin Adın bunu, aracısının belirlediği anlatıma prim vererek yapıyor. Tuval üzerinde farklı kaydetmenin farkını böylelikle anlatmaya çalışıyor.
Sonsuz Olasılıklar da, Farklı Kaydet de, resmin bugün içinde taşıdığı yeni anlamları araştıran, resmin bugününün ve yarınının ne olabileceğine ilişkin önerilerde bulunmaktan çok düşünce üretmemezi sağlayan iki sergi. İki sergi de, 50. Venedik Bienali’nin küratörü Francesco Bonami’nin bienalde özel olarak hazırladığı 40 yıllık bir resim tarihinin özetini içeren sergisi Pittura için yazdığı yazısında resmi, bugün artık bilgisayar, televizyon gibi bir verici gibi düşünmemiz gerektiği yönündeki yargısının nasıl bir yazgı olabileceğine işaret ediyorlar. Tekno ve enfo-küredeki büyük değişikliklerden payını alan bir estetiğin altını çiziyorlar. Bu değişikliklerin malları üretme tarzımızı değiştirdikleri gibi resim icra etme yollarını da değiştirebildiğini gösteriyorlar. Ve bu yüzden “gitgide tüketicinin doğrudan denetiminde hazırlanmış olan, tamamen müşterinin isteğine uygun” resimlerin değil! bu beklentileri dinamitleyen, tersine çeviren, filozofik, içkin, pratik hayatın ve düşünsel çerçevenin dışına çıkabilen, çıplak olduğu kadar kendi hayatı olan, bir hayatı içeren resme olan arzumuzu kamçılıyorlar.
Her türlü hayatın, pratik ya da teorik, özüne bir iniş olan resmin, bu inişin macerasını anlatan resme olan özlemimizi çoğaltıyorlar. Ve de bir zamanlar Leonordo Da Vinci’nin “Ey ressam, bilesin ki doğanın ortaya koyduğu bütün biçimsel değişkenleri sanatınla tasarımlamanı sağlayacak evrensel yetin yoksa sanatında yetkinleşemezsin ve gerçekte doğanın ürünlerini görüp zihnine kazımazsan bunu gerçekleştiremezsin de, onun için kırlara açıldığında çeşitli şeyler üzerine topla dikkatini! Bir birini, bir ötekini gözlemle ve demetini daha az iyilerin arasından süzdüklerin, seçtiklerinle oluştur. İmgelemi aşırı yorulmuş olduğu için, işe ara verip alıştırma yapmak amacıyla gezinmeye giden oysa zihinsel güçlerinin bitkinliği nedeniyle görüşleri bulanan ya da çeşitli şeyleri algılama zorluğu çeken ressamlara hiç öykünme” sözlerinin doğa yerine enfo-küre kır yerine habitat’ı koyduğumuz takdirde geçerli olduğunu da ispatlıyorlar...
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment